Uzun bir yazı olmayacak. Kanımca uzun olmasına da gerek yok. Çünkü bu mesele öyle uzun uzun yazarak, yazı üzerinden ‘ikna etme’ çabalarına girerek olacak bir iş değil. Başka bir şey gerekiyor. Onu bulmalı, onu hissetmeli, ama muhakkak önce içinde, vicdanında ve zihninde yaşamalı. Öyle olunca zaten binlerce sözün ve kelimenin kıramadığı duvarlar da kırılır.
*
Eşcinselliğin hastalık olarak algılanması ve bunun üzerinden ne kadar homofobik ve nefret batağına batmış kesimlerin içlerindeki şiddeti kusmaları az rastlanır bir vaka değil. Öyle ki bu durum bile bir korkudan ileri gelmektedir. Erkeklik iktidarın sarsılacağı korkusu. Ne kadar demokrat ne kadar entelektüel veya ne kadar duayen bir gazeteci olursanız olun mevzular dönüp dolaşıp ‘erkekliğe’ dokununca birden bire aslında saf bir gerçeklik ortaya çıkıyor. Nasıl ki solun dahi içinde Türkiye’den gelen göçmenlere yönelik sağlam bir ötekileştirme ve ırkçılığa kadar varan etnosantrist bir yaklaşım vardır; eşcinsellere yönelik de toplum baskısını güçlendiren ve aşağılayan bir ötekileştirme mekanizması vardır. Öyle ki Türkiyeli bir göçmen, yani ‘pis garasakal’ karşısında ‘Kıbrıslılığına’ helal getirmeyen biri, bir eşcinsel karşısında da erkekliğine veya erkeklik olgusuna helal getirmemektedir.
Sanırım Kıbrıslı Türklerin göçmenler ile eşcinsellere yaklaşımları beraber incelendiğinde pek çok ortak nokta bulunabilir. Fakat biz eşcinsellik meselesine kısaca değinelim…
*
Bu hayatta ne kadar kazanılmış hak ve özgürlük varsa mücadele, çaba ve direnişle kazanıldı. Bugün dünyanın pek çok yerinde eşcinseller hak ve özgürlüklerine sahiplerse, bu onlara verilmiş bir lütuf olarak değil, mücadeleler içerisinde kazanılmış haklar olarak edinildi. Durum bizim ülkemizde de farksız olacaktır. Her bir adımda karşıda erkeklik ve eril tahakküm aygıtları kendisini gösterecek, ataerki kendini hatırlatacaktır. Birileri sırf kendi ‘aşk algısına’ uymuyor diğer ‘başka’ aşklara karışacak, ‘başka’ aşkları yargılayacak ve itham edecek. Bunu çoğu zamanda hatta genellikle siyasal gücü, iktidarı elinde bulunduranlar yapacak. Ama bununla da kalmayacak, çünkü toplumsal algı da homofobiyle maluldür. Fakat hiçbir toplumsal algı da statik ve mekanik değildir. Bu ülkede eril ve ataerkil iktidara ve mekanizmalarına karşı mücadele içerisinde olan eşcinseller özgürleştikçe, toplum da özgürleşecek. Toplum özgürleştikçe eşcinseller de, bütün ‘ötekiler’ de özgürleşecek.
*
Homofobik yaklaşımlara karşı gecikmeden tepkilerin oluşması ve bunların ses de getiriyor olması önemlidir. Bu bize erkek egemen tahakküm biçimleri altında susup sinilmeyeceğini göstermektedir. Özellikle sosyal medyada örülen ve hızla yayılan tepkiler umutlandırıcıdır. Ama sanal-dijital bir ortamda örülecek ‘tepki’ biçimlerinin sokakta, kamusal alanlarda örülecek ‘direniş’lerin yerini tutmayacağını iyi bilmek lazım. Çünkü aşkın da özgürleşmenin; eril iktidara karşı kurulacak olan mücadelenin de iliklere kadar hissedileceği alan sokaklardır.
*
Aslında bir konu var… İster beğenin ister beğenmeyin…
Bu ülkede eşcinseller var. Var olmaya da devam edecekler. Hatta çoğalacaklar da. Yayılacaklar da. Görünür olamayanlar görünür olacak.
Aşk erkeklik kalıplarını yıkacak ve özgürleşecek. Çünkü aşk yıkıcıdır ve ancak özgürleştirilebiliyorsa yaşanılabilir. Ve yaşanılabilir ölçüde de özgürleştiricidir.
Birileri çıkıp ‘hastalık’ diyecek, ‘ama ahlak’ diyecek, ‘doğaya aykırı’ diyecek… Onlara ‘size aşk lazım’ denilecek.
Birileri aşk ile örerken yeni bir yaşamı ve kültürü, bir yandan bütün aşklar özgürleşecek, bir yandan da aşklar insanları özgürleştirecek…
Hasan Yıkıcı
Baraka Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.