Dünyayı saran ve peşini bırakmaya hiç de niyeti olmayan koronavirüs ile küçük adamızda kendini bilmezler tarafından yönetilerek savaşmaya çalışıyoruz. Tabii ki en başta bu savaşın önde gidenleri tüm sağlık çalışanları herkesten çok daha fazla mağdur. Onlara değinmeden bu yazıyı yazmak çok büyük haksızlık olur. Bilerek ve öngörerek uyarı haykıran değerli sağlık çalışanlarına kulaklarını tıkayan hükümet; hem sağlık kadrosunu güçlendirme, hastane altyapısını sağlamlaştırma, aşılamayı organize etme ve hızlandırma konusunda kör-sağır-dilsizi oynamaya devam ediyor hem de çok gerekliymiş gibi hız kesmeden atamalar yapmaya, Sağlık Bakanı’nı görevden alarak gündemi farklı yönlere çekmeye çalışıyor.
Aşı olmayı bekleyen yaşlı veya kronik hastalığı olan birçok vatandaş, torpille aşı olan sağlıklı ve/veya gencecik ve duyarsız “tanıdık/akraba”ların “aşımızı olduk” resimleriyle sinir krizleri geçiriyor. Günü birlik çalışan emekçiler, dükkanları aylardır kapalı olan esnaf, güya açılan restoranlar ve daha pek çok sektör açlıkla, kepenkleri kapatmakla karşı karşıya oldukları için isyan ediyor. Bu insanlar bir umut bakanlar kurulunun kendilerine destek açıklamasını bekliyor ancak alınan kararlar atamalardan ibaret oluyor.
Zaten ilk pandemi döneminde de 1500 ve 2000 TL desteklerini yüzlerine gözlerine bulaştıran, çaktırmadan resmi gazetede kararlar açıklayıp bazı destekleri iptal eden, verilen desteği yeni bir destek gibi duyurup eskisinden beter hale getiren hükümetten pek bir beklenti olmasa da bir ümit kulaklarını toplantı kararlarına kabartıyorlar. Ancak hükümet sessizliği hiç bozmamaya devam ediyor.
İnsanların sağlığı, ekonomik durumu, eğitimi, barınma hakkı kısaca insanca yaşaması için temel hakları sağlayamayan bir hükümetin bizlerle dalga geçer gibi ortalarda salınması kesinlikle kabul edilebilir bir durum değildir. Bizlerin buna karşı seyirci olması değil, hakkını araması için mücadele etmesi elzemdir.
Dünyanın pek çok yerine örnekleri görülen servet vergisi mali kaynak yaratabilmenin en çok kullanılan yöntemleriyken, sözde devlet sözcülerin bu konuya yaklaşımı “servet vergisi söz konusu değildir” açıklamasından ibarettir. O zaman ben size söyleyeyim söz konusu olan nedir? Yoğun bakıma giren koronavirüs hastalarının peşi sıra ölümünün normalleştirilmeye çalışılmasıdır. Çevrim içi eğitime bırakın laptopu internet erişimi bile olamayan öğrencilerin hak sağlayamaması ve bir çığ gibi büyüyen eğitimdeki fırsat eşitsizliğidir. Kirasını ödeyemediği için evsiz kalan, işletmesini açamadığı için gece yatağına aç yatan insanların yaşadığı psikolojik buhrana sürüklenmeleridir.
Ve sormak isterim; daha ne bekliyorsunuz?
Zekiye Şentürkler
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti