Özellikle sendikasız çalışan ve maaşı konusunda patron ile pazarlık yapma şansına sahip olmayan özel sektör çalışanları için yaşamsal önemi bulunan Asgari Ücret son altı yıldır yerinde sayıyor.
Brüt rakamlara kısaca bir göz atalım…
2003: 440 TL, 2004: 627 TL, 2005: 720 TL, 2006: 860 TL, 2007: 950 TL, 2008: 1190 TL, 2009: 1237 TL, 2011: 1300 TL, 2013: 1415 TL, 2014: 1560 TL ve 2015: 1675 TL.
İki yıllık periyotlar halinde gerçekleşen artış ise şöyle:
2003-2005:%63.63, 2005-2007: %31.97, 2007-2009: %30.21, 2009-2011: %5.09, 2011-2013: %8.84, 2013-2015: %18.37
Bu tabloya baktığımızda 2009’dan beridir neredeyse hiçbir artışın yaşanmadığı söylenebilir.
***
Asgari Ücret kısaca, bir işçinin insanca bir hayat sürebilmesi için gerekli minimum aylık ücret olarak tanımlanabilir. Elbette bu “insanca hayat”ın neleri kapsadığı tartışmalı bir konu. Yukarıdaki rakamlara bakıldığında sinemaya gitmek, kitap okumak gibi “insani” ihtiyaçların Asgari Ücret miktarlarına yansıdığı pek söylenemez. Ancak Asgari Ücret, birçok özel sektör çalışanı için hayati önemde. Maaşların Asgari Ücret’in bir miktar üzerinde olduğu yerlerde dahi, sınırın nereden çekildiği artışları etkiliyor. Bunun yanında Asgari Ücret gelir vergisinden muaf olduğu için, tüm çalışanların net maaşlarını doğrudan ilgilendiren bir meseleden söz ediyoruz.
‘Asgari Ücret’e “işçi”, “işveren” ve “hükümet” taraflarından oluşan bir “tespit komisyonu” karar veriyor. Ve gerek komisyonun bileşimi gerekse tespit kriterleri kamuoyu tarafından hayli şüpheyle karşılanıyor. En tartışmalı konulardan birisi de “işçi” tarafı…
Kıbrıs’ın kuzeyinde özelde örgütlü yeterli büyüklükte bir sendika olmadığı için, tespit komisyonunda kamu işçilerini örgütlemiş olan konfederasyon temsil ediliyor. Bu da gerçekten Asgari Ücret ile ödenen işçilerin komisyonda sesinin duyulmasının imkânsız olduğu anlamına geliyor.
Buna rağmen, 2009 yılına kadar yetersiz de olsa belli bir istikrarla artmış olan Asgari Ücret, bu tarihten beridir açıkça yerinde saymış…
***
2010 yılı, bugün yarattığı yeni sorunlar nedeniyle halen tartışmaların odağında bulunan Göç Yasası’nın meclisten geçtiği yıl oldu. Yasa CTP tarafından 2009’da getirilmiş, 2010’da UBP tarafından geçirilmişti. Bugün de CTP tarafından uygulanmaya, savunulmaya devam ediyor.
Kamuda örgütlü sendikalar, bugün yasaya dair eleştirilerini “eşit işe eşit ücret”, “adalet” çerçevesinde ifade ediyorlar. Ancak özellikle 2009’daki eleştirilere bakıldığında farklı bir öngörünün varlığı dikkat çekiyor: Özelde maaş gerilemesi!
Sendikalar Göç Yasası’nın geçmesi ile birlikte, özel sektörde maaşların hızla eriyeceğini, bunun da kamuda iş bulamayan nitelikli iş gücünün göçüne neden olacağını defalarca tekrarlamışlar. Yasaya da bu sebeple ‘Göç Yasası’ demişler. Bugün özel sektördeki duruma bakıldığında bu öngörünün haklılığı ortaya çıkıyor. Özelde bir sendikalaşmanın yokluğunda, kamunun bayrağı yere düşer düşmez bu durum özele yansıyor. Öyle ki 2003-2009 arasında %181,13 artan Asgari Ücret, 2009-2015 arasında sadece %35.40 oranında artmış. Kamudan gelen bir maaş basıncı olmayınca, özeldeki patronlar artış yapma gereği hissetmemişler…
Sadece bu durum bile, kamu ve özel sektör emekçilerinin çıkarlarının aslında ortak olduğunun en bariz örneğini oluşturuyor.
***
Bugün kamuda örgütlü sendikaların yapacakları en büyük hata; sadece kamu çalışanlarının sorunlarına indirgenmiş bir mücadeleye sıkışmaktır. Tüm emekçilerin fiziki, fikirsel ve duygusal birliğini sağlamanın yolu; özel sektörde sendikalaşma mücadelesini merkeze alan bir pratikten geçiyor.
Özel sektör çalışanlarının sorunlarına duyarsız kalındığı takdirde, özel sektör emekçileri ile buluşmak da kamudaki hakların gerilemesinin önüne geçmek de mümkün değildir.
Ve bu daha baştan kaybedilmiş bir dava olacaktır…
Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti