Son zamanlarda Türkiye ile en az 2 büyük kriz patlak verdi; su ve ekonomik protokol krizi. İki kriz de halen sürüyor. Her ne kadar açıklayıcı bir açıklama hiç yapılmamış olduğundan Türkiye ile hükümet arasında tam neler oluyor bilemesek de, Türkiye’nin de hükümetin de insanımıza yönelik tavrını net bir şekilde görebiliyoruz. Nitekim bu tavırlar oldukça enteresan bir portre çiziyor.
TC yetkililerinin tavrı süreç içinde “siz beceriksizsiniz, bu işi yapamazsınız” ile “bana muhtaçsınız ben ne dersem o olacak” şeklinde gelişti. Hatta suyun denize dökülmesi üzerinden “topunuzu keserim” diyen psikopat dayı şekline de girdiğini söyleyebiliriz, bu tavır oldukça istikrarlı. Bu tavrın bir benzerini Tayyip Kıbrıslı Türklere “besleme” diyerek gerçekleştirmiş, bunun üzerine İnönü Meydanında toplanan 100 bin civarı Kıbrıslı Türk’ten “Ankara Elini Yakamızda Çek” şiarı ile tarihi bir cevap almıştı kendisi. Halkımızın bu öfke ve onura sahip çıkma hali aynı zamanda dönemin işbirlikçisi UBP’nin iktidardan indirilmesi, Lefkoşa Türk Belediyesinde Harmancı, Cumhurbaşkanlığında ise Akıncı’nın seçilmesini tetikleyen süreci yaratmıştı. Yani halkımızın onuruna sahip çıkması ve öfkesi kurucu bir hal alarak geleceğe dönük adımlara dönüşmüştü.
Bu sefer ise Türkiye’ye yönelik öfke bu denli bilenemedi. Neden mi? Çünkü her seferinde hükümetimiz araya girdi. Kâh su meselesi üzerinde suçu Türkiye’den alıp eski hükümetlerin basiretsizliğinden dem vurarak, kâh işin ucunu 13. Maaşlara getirip “vesayeti kaldırmak istiyorsak bedel ödememiz gerekir” diyerek konuyu saptırıp suçu halkımızın sırtına bırakarak. Hatta işi bir adım daha ileri götürüp yer yer sorumlu biziz diye kendilerini öne atarak.
Türkiye’den bir bakan ne zaman çıkıp “anlaşma olmazsa, para yok”, “sizin ne istediğinizin önemi yok, bizim dediğimiz olacak” dese, hükümetten birisi çıkıp şaklabanca konuşmalarla “Türkiye ile görüşmelerimiz devam ediyor”, “Biz kabul ettiydik ama biraz daha konuşalım dedik” benzeri muğlak ve rezil açıklamalarla öfkeyi kendi üzerine çekti.
Yani “besleme” sözünün söylendiği süreçte halka karşı “Türkiye emretti yapmak zorundayız” deyip aradan çekilen hükümetin yerini bugün Türkiye’den gelen emirleri rasyonelleştirme görevini üstlenen bir hükümet almış durumda.
Bunun sebebini ise gerçekliğin reddi olarak açıklayabiliriz. Kıbrıs’ta içsel ve sebepsiz bir bağımlılık, yetersizlik hissinden kaynaklanan bir vesayet rejimi değil, o kılıfı kullanan (bu durum sizin basiretsizliğiniz) bir işgal rejimi var. Hükümetimiz ise, özellikle CTP kanadı vesayet tanımına öylesine sıkı sarılmış ve olmayan bir durumla mücadele içinde ki, içte Türkiye’nin hükümet üzerinde otoritesi olduğunu, yani işgal olduğunu gösterecek her olguyu gizleme çabasında. Onlara göre işgal yok, işgal olduğunun düşünülmesi bizi engelliyor. Hal böyle olunca, Türkiye’nin her dayatmasını hükümetin isteği gibi göstermek, her hakaretini, kendilerine öfke toplamak pahasına örtmeyi görev edinmiş durumda bir hükümet karşımıza çıkıyor.
Böylece mevcut hükümetimiz “Türkiye emretti yapmak zorundayız” diyen hükümetler gibi halkın öfkesini toplayarak ömrünü tüketmek yönünde istikrar gösterirken, diğer bir yandan ise Türkiye’nin dayatmalarına karşı haklı olarak oluşması gereken ve kurucu bir öfkeye dönüşme potansiyeli taşıyan duyguya kendilerini siper ediyorlar. Böylece halkımızın gözünde sorunun kaynağının işgal değil, temiz siyaset eksikliği ve benzeri meseleler olduğu algısı güçleniyor. Uzun lafın kısası, hükümetimizin tavrı bir yandan kendini yok ederken, öbür yandan ise halkın öfkesinin yanlış yönlenmesini sağlıyor. Bize ise hükümete ya aradan çekilin, ya da işgale karşı mücadeleye dâhil olun demek düşüyor.
Mustafa Keleşzade
Bağımsızlık Yolu