Anlatılar Algılar Bir de Gerçekler – Mustafa Batak

Anlatılarla, algı yönetimleriyle şekillendirilen bir dünyada yaşıyoruz…

Her nerede yaşıyor olursak olalım egemen siyaset, halkın meyil etmesini istediği yönü seçiyor ve algının o yöne çevrilmesine yönelik bir takım manevralar geliştirip gündemler yaratıyor.

Öyle ki; hayata, günümüze, geleceğe dair söylenen sözlere, toplumsal sorunlara ilişkin yaklaşımlara, halkın gündelik sorunlarına yönelik alınan tedbirlere baktığımızda; ya çizilen tozpembe bir tablo, ya soruna ilişkin mesuliyet kabul etmeyen bir tutum ya da hali hazırda yapmakla yükümlü olunan herhangi bir ihtiyacı, bir lütufmuşçasına halka sunan anlayışla karşı karşıya kalıyoruz…

Bakmamızı istedikleri bir yön var ve hep o yöne bakmamızı, kafamızı sağa sola çevirip etrafı görmememizi istiyorlar. Ne de olsa onlar bizi bilgilendiriyor ve hatta “gerekli açıklamalarla” aydınlatıyor; dahası tavsiyelerle bizlere ne yapmamız gerektiğiyle alakalı “akıl” dahi veriliyor…

Halk, yaratılan algıyı, saptırılan olguları tüm gerçekliğiyle görüyor, biliyor, zaman zaman karşı çıkıp tepki dahi koyuluyor…

Ama yine de dönüp bakıyor onların istediği yöne…

Bir kesim oraya dair hala “umut” beslediği için bakıyor; bir kesim ise başka yöne bakma şansı elinden alındığı için o yöne bakmaya devam ediyor. Çünkü gelecek gailesi çekip, ekmeği için mücadele eden insanların bir anda yüzünü gerçeğe çevirmesi hiç de kolay olmuyor…

Ama unutulmasın; yazıyor insanlar bunları…

Sanıldığı gibi balık hafızalı değildir hiçbir halk…

***

Bu bağlamda Kıbrıs’ın kuzeyinde son dönemde yaratılan algıya gelin birlikte bakalım…

Öncelikle, 22 Ocak günü, fikir, düşünce ve ifade özgürlüğümüze deniz aşırı talimatlar sonucu yapılan saldırı, toplumun neredeyse tüm kesimlerinden tepki görmüş, salınmaya çalışılan korku ile kirli bir hava yaratılmak istenmişti…

Buna cevap elbette gecikmedi ve halk sokağa dökülerek fikir, düşünce ve ifade özgürlüğüne sahip çıktı. Ancak yine de faşistlerin meclis koltuklarında yer alıyor olmasından ve olası ittifak halinde hükümet edecek olmasından çekinilmiyor değildi…

İşte CTP, HP, TDP ve DP koalisyonu böyle bir atmosferde gündeme geldi ve bu partiler bir anda kurtarıcı olarak ortaya çıktı… Geçmişleri temiz olmasa da, ne de olsa “sağduyulu” oldukları ön kabulü ile bu yapılar halkın büyük oranda memnuniyetiyle hükümet oluverdi…

Oluşan hükümet ile hem kitlelerin bir nebze de olsa gazı alındı hem de seçim öncesi verilen vaatlerin en azından belli bir bölümünün hayata geçirilecek olması umut yarattı.

Olaylara neden olan faşistlerin yargılanması ihtimali ise memnuniyetle karşılandı…

Bu noktada Arif hocanın üzerine kitap yazdığı bir söz geliyor akıllara; “çirkef yatağında gülistanlık olmaz”…

İlk olarak, hukuku her fırsatta diline dolayan hükümetin büyük ortağı CTP Genel Başkanı ve Başbakan Tufan Erhürman hükümeti, faşistlerin Şartlı Tahliye Kurulu’nda hükümeti temsil eden bürokratların oyları ile serbest bırakılmasına seyirci kalarak yargının iradesini ayaklar altına aldı.

Daha sonra Zeki Çeler, milletvekilliği döneminde Bağımsızlık Yolu’nun hazırladığı, kendisinin de Meclis’e sunup kürsüde savunusunu yaptığı “Sendikasız İşçi Çalıştırılmasının Yasaklanması”nı, Bakan olduktan sonra bilinmeyen bir sebepten(!) dile getirmeye dahi korkar oldu…

Çeler, artan işçi cinayetlerini, güvencesiz ve kayıt dışı çalıştırılan işçilerin sorunlarını görmezden gelirken, sosyal devlet anlayışı içerisinde yaşlıların ve hayvanların mekânsal ihtiyacına yönelik bakanlık bünyesince attığı adımı lütufmuşçasına öne çıkarttı… Çeler’in bu tarzının, kendine has olmadığı, aksine egemenlerin her dönem yaratmaya çalıştığı algının bir parçası olduğunu HP’ye bakarak daha iyi anlayabiliriz.

HP’li vekillerin hazırlık ödeneğini “almayıp“ hayır kurumuna bağışlayacakları açıklamaları ve bunu halka “bedel ödermişçesine” duyuruyor olmaları, aslında çıkarlarını gözettikleri egemen sınıfın isteği doğrultusunda görevlerini yerine getirmeyip, desteğine muhtaç oldukları emekçi halka farklı şekillerle sempatik görünme çabasının bir başka örneğidir.

Dövizin tırmanışı ve buna yönelik alınamayan önlemleri halkın günlük kazancının neredeyse iki katını alışverişe harcamasına, yani yoksullaşmasına neden oluyor.

Yani hayat artık çok pahalı, empati ve destek de öyle ucuz kazanılmıyor.

Çözüm yönünde adımlar atılmıyor, tam bir halk düşmanı anlayışla krizin faturası zamlarla halkın sırtına yükleniyor.

Sözün özü, algı yönetiminde bile başarısız olan bir hükümetle karşı karşıyayız. Bu krizi halk adına fırsata çevirecek odağa, halkın günlük sorunlarına yönelik çözüm üretenlere yüzümüzü dönmeliyiz. Egemen anlayışa ve onun yayılmasına neden olan tüm paydaşlara ise şu yanıtı vermeliyiz; “Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz. Biz ise ortadan kaldırılmış yoksulluk…”

Ve emin olun ki, bu kirli oyunlarınız ve yönetemediğiniz algınızla bu halk sizi boğacak…

Mustafa Batak
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti