Çağlayan çocuk bahçesinin adı, belediye meclisindeki tüm partilerin oybirliği ile Ankara Çağlayan Parkı’na dönüştürüldüğünde kullanılmıştı ilk kez bu slogan.
Hem de hafızalara kazınacak bir yöntemle…
Dosta düşmana gösteriş için yapılan Belediye Sarayı’nın önünde bir basın açıklaması yapılırken, damdan ansızın sarkıtılmıştı “Ankara Değil Lefkoşa” pankartı.
Yani her şeyden önce asimilasyona karşı bir direnişi simgelemekteydi.
Yıllardır Ankara’dan dayatılan politikalarla köy isimlerimiz hatta insanların soyadları veya uzun zamandır bilinen lakapları zorla değiştirildi. Kültüre ve yaşam biçimine yapılan müdahaleler, dilin kendine özgü özelliklerinin radyo, televizyon ve resmi eğitim müfredatıyla yok edilmesi Kıbrıslı Türkleri kimliksizleştirmekte, onurumuza dokunmakta.
İşte “Ankara Değil Lefkoşa”nın bir anlamı Kıbrıslı Türklerin resmi politikalarla asimile edilmesine hayır demek, ayrı bir halk olarak dilini, inanç sistemini, kültürel özeliklerini kısacası varlığını sürdrürmek istemektir.
Çıkış noktası böyle olsa da aslında sadece bu değiildir “Ankara Değil Lefkoşa”yla anlatılmak istenen…
“Ankara Değil Lefkoşa” barış demektir, antiemperyalzm demektir, bağımsızlık demektir…
Adamıza barış ne BM parametreleriyle ne de planlara atılacak imzalarla gelecektir. Gerçek ve kalıcı bir barış, ancak halkların mücadelesiyle kazanılabilir. Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elen halklarının kendi egemenlerine yani ABD, TC ve kuzeydeki işbirlikçi hükümetler ile AB, Yunanistan ve güneydeki işbirlikçi hükümetlere karşı direnişleridir barışın davetiyesi. Çünkü bu güçlerin hepsi ülkemizde çıkarlarına uygun olarak konumlanmakta ve birleşmiş bir ada, birlik olan halklar onların kirli emellerine ulaşmalarına ters düşmektedir. Birbirlerinin değil kendilerinin egemenlerine samimiyetle baş kaldıran Kıbrıs halkları eninde sonunda kardeşleşecek ve halkları kardeşleşen bir ada, bağımsızlığa doğru daha emin adımlarla ilerleyecektir. Bu da emperyalistlerin ve taşeronlarının korkulu rüyasıdır. İşte “Ankara Değil Lefkoşa” bir yandan Ankara hükümetlerine “artık yeter!” derken diğer yandan Kıbrıslı Elen halkına “barış istiyoruz” mesajını vermektir.
“Ankara Değil Lefkoşa” tükenmemek için üretmek istemektir, “besleme”liğe isyan etmektir…
Ülkemizde hafif sanayiden narenciyeye, hayvancılıktan seracılığa kadar çok zengin üretim olanakları bulunmaktaydı. Çok değil, bir-iki kuşak öncenin insanları, yani üretimin gücünü fark eden egemenlerin üretimden koparıp memurlaştırdığı, köşe dönmeci anlayışla yozlaştırdığı insanlar, şimdilerde halkımıza yakıştırılanın aksine üretken ve çalışkanlardı. Zeytin tarlalarında, harnıp ambarlarında, maden ocaklarında, Sanayi Holding’de terini, emeğini bırakan bir halkı, pervasızca “besleme” denebilecek bir noktaya, gelmiş geçmiş Ankara hükümetlerinin üretimden koparma politikaları getirdi. Üretmeyen bir halk var olamayacak ve üretmedikçe irade Ankara’dan geri alınamayacaktır. Dolayısıyla “Ankara Değil Lefkoşa” deyip var olmak isterken üretim olanaklarını yeniden yaratmanın yolları da aranmalıdır.
“Ankara Değil Lefkoşa” doğayı sevmek, çevreyi korumaktır, ormanlarımızın, denizlerimizin sermayeye peş keş çekilmesine isyan etmektir…
Yıllardır adamızın kuzeyini istediği gibi yöneten Ankara, sadece askeri bir işgal ile yetinmiyor. Ülkemizin en güzel yerlerini, ekolojik denge bakımından hayati önemdeki ormanlarını, dağlarını askeri üs olarak kullanmakla da kalmıyor. Sermayesiyle de ülkemizi parsel parsel alıyor, betonlaştırıyor, özelleştiriyor, kerhane ve kumarhane çöplüğüne çeviriyor. TC sermayesinin yeni gözdesi, Akdeniz’in en önemli doğal parklarından olan Karpaz bölgesi. Bölge halkının üretimden koparılmasından kaynaklı yoksulluğunu da kendine siper edinen sermaye yanlısı hükümetler, Karpaz bölgesine elektirk götürmekle işe başlayıp marina ve yol ile devam etmekteler. Yakında otel inşaatları da başlar ve oteller tamamlandıktan sonra, gereken izinler için başvurular yapılır. Ne bölge halkına ne de ülkemize hiç bir faydası olmayacak, uzun vadede telafi edilemez zararları olacak olan bu gibi projelere karşı direnebilmenin tek yolu bölge halkının kendi doğasına sahip çıkmasıdır. Bu da Türkiye’nin Bergama köyünde yaşanan dillere destan mücadele gibi, toprağıyla, deniziyle, hayvanıyla, bitkisiyle üretim faaliyeti içerisinde olan bir halkın gösterebileceği bir direniştir. Oysa ülkemizde ve Karpaz’da doğayı talan etmenin ekonomik alt yapısı hazırlanmış, üretim değersizleştirilerek insanlar topraktan ve üretimden koparılmış, yoksullaştırılmıştır. “Ankara Değil Lefkoşa” kesilen ağaçların, öldürülen eşeklerin, nesli tükenen kaplumbağaların, üzerine beton dökülüp bayrak dikilen tarihi eserlerin, yani kaybettiklerimizin hesabını da sormaktır.
“Ankara Değil Lefkoşa” gerçekçi olup imkansızı istemektir, umutlu bir hayalin peşine düşmektir…
Zaten devrim dediğimiz şey, hayallerle, bu hayallere adanmış hayatlarla, bu hayatları çoğaltan örgütlerle, bu örgütlerin bir arada var olduğu direnişlerşle mümkün değil mi…
Nazen Şansal
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.