Geçtiğimiz hafta Kıbrıs’ın kuzeyinde de güneyinde de seçimler oldu. Aynı zaman diliminde, adanın bir yarısında İrsen, diğer yarısında Anastasiadis patlattı şampanyayı.
İki tarafta da farklı bayraklar sallandı kutlamalarda. EOKA-B geleneğinden gelen Anastasiadis ve partilileri Yunanistan bayrağını; milliyetçi ve ganimetçi gelenekten gelen İrsen ve partilileri ise kktc ve Türkiye bayraklarını salladılar. Bir de öyle bir bayrak vardı ki, gözlerimiz görmedi belki ama bilincimiz ve tarih bilgimiz gördü o bayrağı. Bizim buralarda sallanana bayrakların üzerine düşen bir gölge var; AKP bayrağının üzerine nasıl düşüyorsa öyle düşüyor bizim buralardaki resmi bayrakların üzerine de NATO bayrağı.
***
Daha şimdiden NATO usulü çözüm yolda gibisinden beklenti ve söylentiler yayılmaya başladı bile. Sanki de bu yeni bir şeymiş gibi ve sanki Annan Planı da aynı zihniyetin ürünü değilmiş gibi… Kuşkusuz güneyde NATO’ya girmeyi açıktan destekleyen, Batıcı ve neo-muhafazakar birinin başta olması Batı’nın, emperyalizmin tam da istediği bir gelişme oldu. Kuzeyde ise zaten geçmişte ne ise hala aynısı derinleşerek devam etmekte. Kimse çıkıp da değişen güç ve iktidar dengeleri şeklinde derin jeo-poliitik-stratejik analizlerde bulunmaz herhalde. Çünkü iktidar ilişkilerindeki tek değişiklik gün geçtikçe daha da bir derinlemesine coğrafyamıza kök salmasıdır. Kuklalar kuklalaşarak, taşeronlar taşeronlaşarak ve emperyalistler de emperyalistleşerek, yani her kesim bir önceki konumunu yenileyerek yola devam etmekte… Dolayısıyla yaşananları büyük değişiklikler olarak sunmamak veya Anastasiadis’in başa gelmesine sevinen ‘solcular’ gibi bilinç heyezanı geçirmemek lazım.
***
Esas üzerine eğilmemiz gereken mesele uzunca bir süredir yaşadığımız toplumsal suskunluk ve kabiliyetsizliğimiz.
Belediye seçimleri borusunun çalmasıyla doğal olarak da gündemi domine edici husus da seçimler olmakta. Fakat bunu nasıl kullanacağımız, ana akım siyasetin tarz, ilgi ve anlayışıyla mı yoksa hesap sorusu bir iradenin ortaya çıkarılması, örgütlenmesi için mi kullanılacağı kilit bir nokta idi. Devrimciler, radikaller, ‘marjinaller’ bu fırsatı değerlendiremedi. Birlik uğraşları, (kiminin samimi, kiminin açık göz) uğraşanların daha da bölünmesine ve birbirinden uzaklaşması ile sonuçlandı. Halbuki bu süreç iyi değerlendirilmiş olsa idi, bugünden yarına topluca hesap sorucu ve radikal bir iradenin inşası için olumlu bir adım atılacaktı. Kuşkusuz örgütler arası husumetlerde kendi mevzilerine çekilip kurşun sıkarak değil, ortak bir mevzi ve cephe inşa etme sürecinde aşılacaktı. Mücadelenin keskin bir dille yazılmış devrimci bildirilerin arkasına sığınarak değil, duygusal gel gitlerimize teslim olarak değil; sokakta ve risk alarak yapılabileceğini içinden geçtiğimiz her başarısız deneyim tekrar tekrar göstermektedir. Bizim ise bundan sonra başarısızlıkla sonuçlana deneyimler sonucunda elde ettiğimiz dersler koleksiyonuna değil; kuzeyiyle, güneyiyle; doğusuyla, batısıyla abluka altına alınmış bu adanın bağımsızlığı için riskler alarak yeni yollar açmamız gerekmektedir.
Fakat bunun sancısının da farkındayız. Anlaşılamamak her zaman bir olasılıktır, hatta yüksek bir olasılıktır; ama anlatmakta ısrar etmek de vazgeçmemenin gereğidir.
***
Arundhati Roy Dağılmış Cumhuriyet isimli kitabında şöyle yazıyor: “Alternatif eğer olacaksa, kapitalimin ve emperyalizmin hegemonik dürtülerine karşı koymuş yerlerden ve insanlardan gelecek, yoksa onlar tarafından yönlendirilen yerler ve insanlardan değil.”
Roy’un bu söyledikleri üzerinde durulmalı ve düşünülmeli. Ve bıkmadan usanmadan her seferinde vazgeçmeme dirayetini gösterebilmeli.
Bu makale 28 Şubat 2013 tarihinde Afrika gazetesininde yayınlanmıştır.
Hasan Yıkıcı
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.