Dünyayı değiştirme çabamız, her kişi veya örgütün kendi algıladığı şekilde değiştirme gayreti içinde olması anlaşılır bir durumdur. Ancak arzuladığımız değişimi sağlarken bazı şeyleri gündem dışına atmak, onu bir açıdan da kabullenmek anlamına gelir. Ya da bunun bir başka boyutu savunduklarımızı ‘kimseyi kâale almıyorum’ edasıyla icra atmek; herkesin önündeki pilava bakması gerektiğini kabullenmek anlamına gelir. Bu algı da onu yaratan koşulları, ve koşullar arasındaki ilişkiyi her zaman eksik bırakır. Genellikle bu durumu pekiştiren ruh hali alınganlık üzerine temellenir. Bu alınganlık hali ise suskunluğu pekiştirerek, en küçük tartışmalarda bile olumsuz bir anlam ifade eden sözcüklerin –ki bunlardır zaten genellikle tartışmayı tetikleyen- daha görünür hale gelmesini sağlayarak, susmayı bir hak olarak meşrulaşmasını sağlar ve buna kırılganlık bahane olarak gösterilir.
Bu kırılganlık hali alışkanlık haline geldiği zaman, büründüğümüz suskunluk hali örgütsel zayıflığın ve tartışmak için elimizde cephane kalmadığının da en açık göstergesidir…
Bir örgüt temsilcisi düşünün, yıllardan beri örgütünün en temel mücadele yöntemi eleştirildiğinde, tartışmak yerine suskunluğu tercih ediyor. Tartışmanın koşullarını dahi kendi belirleyebilme gayreti göstermeden. Bir örgüt tartışmayı değil de suskunluğu kültür haline getirirse, halkın sessizliğine yönelik en ufak bir şikayetimizin olmaması gerekir… Çünkü halkı tartışma ve gündelik siyasete dahil edebilmeyi, gündelik siyasetin ana öznesi olan örgütlerin tutumu belirler. Muhalif kültürün pekiştirilmesinde bu örgütlerin tutumu önemli bir pay sahibidir…
Dünya hiçbir kişi veya örgütün etrafında dönmüyor.
Solun ülke genelindeki ekonomik gücü ve toplumsal teması malum. Ancak toplumsal temasın sağlanabilmesi için tartışmak gerekiyor. Bu tartışmalarda ise beklenenin aksine hiçkimseden savunduklarından vazgeçmesi veya örgütü kapatması beklenmiyor. Sadece toplumun tanık olduğu tartışmalarda, farklılığı hissettirebilmek gerekiyor. Çünkü insanlar yaşanan tartışmalarda istese de istemese de taraf olur. Bu taraf olumlu veya olumsuz farketmiyor: Toplumsal temasın sağlanabilmesi açısından çok önemlidir.
Ancak suskunluğun bozulması için yine alınganlığın bir sonucu olarak çıkarılacak kaba gürültüler suskunluk kadar verimsiz bir ortam hazırlar ve muhatabın da vazgeçmesine hatta suskunluğuna sebep olur. Tartışmalarda tarafların eşit seviyede iletişime geçirmenin bir yasası olmalı. Ama suskunluğunda az biraz gayretiyle.
Susmayı tercih etmek, evet bir haktır. Ancak değişim arzusu ile ilgili samimiyetin ölçüsünü belirler.
Çünkü suskunluk aynı zamanda “herkesi kendi önündeki pilava bakmaya” teşvik eder. Bunun tercümesi ise hamasetin gündelik siyasette işgal ettiği alanı genişletmesini teşvik etmektir bir bakıma…
Örneğin, boykot ve seçim tartışmaları… Ya da Nazım Beratlı ve Doğuş Derya arasındaki polemik. Kahramanlık ve linç kültürü dışında en azından kadın hakları konusunda bir tartışmaya taraf oldu insanlar…
Kahramanlıktan derken, sadece (olumlu yönde) ani çıkışlarla insanları kendisinden yana taraf olmaya itmek dışında hiçbir tercih şansı bırakmamayı kastediyorum. Gerek mecliste, gerekse sanal medyadaki çıkışların somut adımlar atılmadığı noktada, ahalinin sürekli bu tartışmalardan taraf olması da azalacaktır.
Linç kültürü derken, Nazım Beratlı’nın muazzam egosu, kibri ve savunduklarının hiçbir desteklenecek tarafı yokken dahi kendini belaltı savunmaya çalışması bir yana, toplumdaki bir çok insanın anlayışını temsil ediyor…
Yani Nazım Beratlı’daki tutum, yeni değil zaten toplum çoğunluğuna hitap ediyor… Onu yargılarken beklentimizin ne yönde olduğunu da belirtmemiz gerekir: Bu tartışmada mevzu haklı veya haksız olan değil! Beğenmesek de burada suçlu diye tabir edilen şahıs sembolik olarak toplumu yansıtıyor.
Elbette buradaki çoğunluk vurgusu Nazım Beratlı’nın haklı olduğunu göstermek niyetinde değil, sadece tek bir insana yüklenmek yerine, toplumsal dönüşümü sağlayabilecek, bu polemikten öteye gidemeyen konuları sağlıklı tartışabilmektir önemli olan…
Genellikle tartışmalarda uzlaşma beklentisi olabilir. Ancak suskunluk ve alınganlık uzlaşma talebinin zeminini yok eder. Ayrıca genel anlamda muhalefeti de bölük-pörçük davranmaya iter…
Mesela Mağusa’da bayrak mevzusu ile ilgili hortlayan faşizm konusunda (bayrak açanların tutumu desteklenir veya desteklenmez) faşizme karşı mücadelenin alınganlıkları bir kenara bırakarak tek bir vucüt oluşturmak amacı zaruri gerekliliğini vurgulamak anlamsız olur herhalde…
Elbette kırılganlıktan ötürü sessiz kalmak, faşizmi gündemin dışına atmak onu kabul etmek anlamına gelir.
Neyse uzun lafın kısası: Boşuna acayip bir şekilde alınganlık yapmayın, tartışmalarından maalesef uzlaşı çıkmayacak! Örgütsel anlamda alınganlık ve suskunluğun muhtevası kendini solda tanımlayanların müşterek konulardaki sorumluluklarını kapsamaması gerekiyor.
Salih Batak
Bağımsızlık Yolu