Önce Alayköy’de çıkıp ormanlık alana sıçrayan yangın, ardından ise Yunanistan’ı saran yangın. Tutuşan ağaçlar, ölen insanlar, yanan hayvanlar, 100’lerce kaybedilen can…
İhmalkarlık faktörüyle çıkanları düşünmezsek doğal afet sayılan ve insanların kendini bir şey yapamadığı için berbat hissettiği bir olay, yangın.
“Yaşamak bu yangın yerinde
Her gün yeniden ölerek
Zalimin elinde tutsak
Cahile kurban olarak”
Daha geçenlerde 20 Temmuz kutlamaları kisvesiyle tepemizde jetler salto atarken yangın çıkma riskinin yüksek olduğu adamızda halen bir yangın helikopterinin tepemizde döndüğünü göremiyoruz.
Kamu kaynakları daha fazla din işleri görevlisi istihdam etmeye, patronları teşvik etmeye, özel hastanelere ve özel okullara çeşitli kılıflarla aktarılırken dökülen sadece devlet okullarının tavanı değil. Kamusal eğitim ve sağlık hakkımızın altı boşaltılırken çalışma haklarımız her geçen gün budanıyor.
‘Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser’ misali, sermayeye peşkeş edilmeyen 3-5 doğal alanımız da yangın helikopteri gibi gerekli tedbirler alınmadığından yok olma tehdidi altında ‘Allaha emanet’ varlığını sürdürüyor.
“Yalanla kirli havada
Güçlükle soluk alarak
Savunmak gerçeği, çoğu kez
Yalnızlığını bilerek
Korkağı, döneği, suskunu
Görüp de öfkeyle dolarak…”
Ülkemizde çıkan yangının külleri soğumadan Yunanistan haberini alarak birikti acımız.
Peki, yangının önlenmesi ve insanların, hayvanların, bütün bir ormanın kurtarılmasını ummaktan daha fazlası elimizden gelmiyor mu gerçekten?
Deprem, savaş gibi durumlarda olduğu gibi yangın çıktığında da gerçekleştirilebilecek insani yardım kampanyalarından söz etmiyorum. Bu, insanların başkaları zor durumdayken geliştirdiği ve olması gereken insani bir refleks. Zaten bu yüzden de egemenlerin inanmamızı istediği gibi ‘insan insanın kurdu’ değil ya. Ama sorum bunun daha ötesinde, cevabı ise yukarıdaki fotoğrafta duruyor.
Bu fotoğraf geçen sene Şubat ayında Atina’da gerçekleşen Yunan itfaiyecilerin eyleminden.
Ülkede yaklaşık 8 yıldır devam eden kemer sıkma politikaları sonucu birçok deneyimli itfaiyeci çalışma ve sosyal güvenlik hakları budanarak işini kaybetme tehdidiyle karşı karşıya kalıyor. 2 bin itfaiyecinin sözleşmelerinin yenilenmediği için çıktıkları eylem, aslında olası bir yangın karşısında ülkenin ‘kaderine dua etmek’le baş başa bırakılacağını bize önceden bağıra çağıra haber veriyor. Bütçe kesintilerine bağlı olarak yapılan idari reformların bir sonucu olarak İtfaiye teşkilatının daraltılması ve Orman Müdürlüğü’nün kapatıldığı bilgisi, bugün yaşanan felaketin müsebbinin neoliberal dayatmaların ta kendisi olduğunu gösteriyor.
Evet, bugün yanan hayvanların, ölen insanların ve tutuşan ağaçların acısı hepimizin yüreğini dağlıyor. Ancak gıda ve kıyafet yollayarak dayanışmak yetmez yarınları kurtarmaya.
Emeğin ve doğanın çıkarı da, düşmanı da ortak. Yediğimiz ekmek gibi her geçen gün küçülen doğal alanlarımıza göz dikenler aynı.
İşte bu yüzden ormanlarımızı, hayvanları, işimizi, aşımızı, canımızı güvene almanın yolu neoliberal politikalara direnmekten geçiyor.
Hem kendimiz, hem ezilen kardeş halklar, hem de bir parçası olduğumuzu unutmamamız gereken doğa için.
Şairin de dediği gibi;
“Yaşamak görevdir bu yangın yerinde,
Yaşamak, insan kalarak”
Cansu N. Nazlı
Bağımsızlık Yolu Üyesi