Dağlar deliniyor, parçalanıyor hatta yok ediliyor…
Kim için?
Denizler kirletiliyor, deniz altı yaşamı katlediliyor…
Kim için?
Ağaçlar kesiliyor, yeşilin üzerine katran karası yollar dökülüyor, bitki örtüsü gasp ediliyor…
Kim için?
Silahlı adamlar ovalara ve tarlalara topluca çıkartma yapıyorlar… Kendilerinin dışındaki canlı varlıklara ateş ediyorlar, öldürüyorlar… Uçması gerekirken kuşlar uçamıyor gökte ve koşması gerekirken tavşanlar koşamıyor toprakta…
Kim için?
*
Bir ada ülkesinde yaşamamıza rağmen ada toplumu veya ada insanı gibi yaşamıyoruz. En azından ortalama bir ada insanının ekoloji ve doğa ile kurması gereken asgari düzeyde bir ilişkiyi dahi kurmuş değiliz.
Demek ki adada yaşıyor olmak, adalı olabileceğimiz anlamına gelmiyor…
Bireysel olarak da toplumsal olarak da doğa ve ekolojik denge üzerinde sınırsız ve acımasız bir tahakküm, sömürü ve aşağılama ilişkisi geliştirmekteyiz.
Kıbrıslı Türkler olarak bir yandan ‘varoluş mücadelesi’nden bahsederken, diğer yandan da tam da toplumsal, siyasal ve manevi olarak bizim maruz kaldığımız ilişki biçimini doğa ve ekoloji üzerinde bizzat kurmaktayız.
Demek ki, maruz kaldığımız baskı biçimlerine karşı mücadele ederken, bir başka alanda maruz kalınan baskı ve sömürü ilişkisi maruz kalanlar tarafından kurulabiliyormuş.
Demek ki, mücadele etiği ile yaşam etiği birbirine dokunması lazımmış. Zaten mesele de ‘etik’ denen olgunun tek boyutlu değil, yaşamın tüm alanlarını kapsayan bütüncül bir varoluş anlayışı olmasıdır.
Bu paragrafın son ‘demek ki’si; varoluş mücadelesi bütüncül etik kaygılara, etik kaygılar da varoluş mücadelesine dayanmalıdır.
*
Kuşu sofrada yemek olsun diye değil,
Ağacı meyvesi veya gölgesi güzel diye değil (ki güzel de olabilir, orasını şairlere bırakalım)
Dağı, taşı gelsin yapılacak olan eve taş olsun diye değil,
Çimeni ve çiçeği cezbediciliği ve renkleri için değil;
Kuşu kuş olduğu için,
Ağacı ağaç olduğundan,
Dağı, taşı, sadece dağ ve taş olduğundan,
Çimeni ve çiçeği çimenliğinden ve çiçekliğinden sevmek lazım…
*
Doğa ve ekoloji üzerinde insan merkezli bir yaklaşım her yerde ekolojik felaketleri de beraberinde getirmektedir. Bugün ülkemizdeki ekolojik bozgun ve talan örneklerini yan yana koyduğumuzda bu küçük adanın nasıl da büyük bir ekolojik kriz ile yüz yüze olduğunu farkına varabiliriz. Geçmişten gelen ve aşılamayan sorunların yanında petrol dolum tesisleri ve borularla su getirilmesi gibi projelerin de şu an yaşanılan fakat belli toplumsal kesimler dışında kimsenin de umurunda olmayan ekolojik kriz ileride insan yaşamına da daha doğrudan zararlar verecektir.
*
Avcıları katlettikleri canlıların karşısına geçip ‘gurur’ ile silahlı pozlar verip keyiflendiği bir toplumsal yapıda, belki de mücadelenin en kırılgan ve hassas, bir o kadar da ilerletilmesi güç alanı ekoloji alanıdır. Fakat tam da bu nedenden de dolayıdır ki ekoloji mücadelesi hem ülkemizin ekolojik kurtuluşu için hem de Kıbrıslı Türklerin varoluş mücadelesinin şekillenmesi anlamında artık ülkemizdeki toplumsal muhalefetin önemli ve merkezi alanlarından biri haline gelmiştir.
Hasan Yıkıcı
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.