“ADA” – Nazen Şansal

ada_oyunu“Edebiyatın ve sanatın mutlak taraf seçmesi ve politik tavır alması gereklidir.”
Ingoapele Madingoane

 

 
Bu topraklarda yaşayıp, hele ki Lefkoşalı olup Lefkoşa Belediye Tiayrosu’nun onurlu ve tavırlı duruşundan bihaber olan yoktur herhalde… 1980’de, bedel ödeyrek kurulmasından bu yana ilerici, barışçı bir tiyatro anlayışıyla toplumsal muhalefete her daim estetik bir katkı sunmuştur Belediye Tiyatromuz. Şimdilerdeyse “Ada” oyunuyla bir adım daha ileri taşıyor başkaldırısını, başkaldırımıza katkısını…

 

Ülkelerinin özgürlüğü uğruna kendi özgürlüklerini yitirmiş olan iki siyasi mahkum, maruz kaldıkları tüm baskı ve işkencelere rağmen direnişin ve umudun yitirilmeyebileceğini hissettiriyorlar bize… Hem de insani zaaflarını, korkularını, hayal kırıklıklarını hiç de gizlemeden. Tüm bunlara karşın ve bunlarla birlikte, onursuz bir yaşamın daha korkutucu olduğunu söylüyorlar cesurca ve aslında insanca…

 

Belediye Tiyatrosu’nun uzun yıllar önce iki erkek oyuncuyla sahnelemiş olduğu “Ada”,  bu kez iki kadın mahkumla, devletin “erkek”liğini de yeriyor ve seriyor gözler önüne… Çünkü, broşürde de belirtildiği gibi “Totaliter ve faşist devlet, kendinden yana olmayan herkesi ezer ama kadını iki kat ezer, sömürür.”  

 

Güney Afrikalı yazar Athol Fugard’ın yazdığı ve aslında Güney Afrika’da geçen olay, zorba devlete karşı isyanı ve yaşama sevinciyle direnmeyi dile getirirken Afrika’dan çıkıp herhangi bir yere doğru evrenselleşiyor. Ve evrenselleştiği ölçüde de yerelleşip kendi ülkemizi, koşullarımızı düşündürüyor…

 

Oyunu izlerken ister istemez aklınıza takılıyor; etrafınızdaki pek çok kişinin sol değerleri benimsediği, barış istediği, ülkesinin bağımsızlığını arzuladığı ancak kaçının “bedel” ödemeye razı olduğu… Replikler arasında soluklanırken düşünüveriyorsunuz; herkesin onurdan bahsettiği şu günlerde kaç kişinin konformist hayatlarını koruyabilmek için onurunu satmadığını… Sorgıluyorsunuz; “varoluş”u dilimize pelesenk ettiğimiz kadar var olmak için üretmeye, kültürel ve sanatsal üretime kıymet vermeye ne kadar az insanın soyunduğunu…

 

Oysa bedel ödemeden hiçbir şey elde edemeyeceğimiz gibi onurumuz pahasına sahip olduğumuz hayat da aslında bizim değildir. Çünkü onurumzla birlikte insanlığımız ve biz de, dolayısıyla hayatımız da elden gitmiş demektir. Üretmeden var olabileceğini sanmak sadece bir hayaldir ve yıllardır bizi bu hayale inandırmaya çalışanlar da az değildir.

 

“Burası bir ada, dört tarafı denizlerle çevrili. Ama biz denizi göremiyoruz” diyordu mahkumlardan biri… Biz de bir adadayız, dört tarafımız deniz… Ama pek çoğumuz ne denizi ne ufku görebiliyoruz… Oyun karakterleri hapisteydi; beton duvarlar, demir parmaklıklar ardından denizi görememeleri anlaşılır bir şey. Ya biz… Yoksa bir açık hava hapishanesinde miyiz? Bedenlerimiz özgür gibi ama düşüncelerimiz, eylemlerimiz, hayallerimiz… Denizi görmeyen, ufku bilmeyen bir sistemin esiri miyiz?

 

Demem o ki “Ada”ya gitmeli, o aynada kendimizi görmeliyiz…

 

Nazen Şansal

 

Baraka Kültür Merkezi aktivisti

 

Be the first to comment

Leave a Reply