Yerel seçimler, anayasa referandumu derken halkın iyice politize olduğu bir dönemden geçiyoruz.
Günlük yaşamda “ben siyasete falan karışmam” diyen bir çok kişinin bile özellikle anayasa hakkında konuşup tartıştığı bir süreç yaşanmakta.
Seçim zamanları halkın siyasete olan ilgisinin arttığı, gözünün daha çok gördüğü kulağının daha çok duyduğu yeni bir şey değil, fakat sürecin klasik seçim dönemlerinin biraz ötesinde.
Toplumu dönüştürme hedefinde olanlar içinse esas mesele; bu politize ortamı sürekli kılabilmek.
Fakat bu başka mesele.
Esas olarak değinmek istediğim konu; anayasa referandumu üzerinden yaşanan tartışmalar.
Anayasa konusunda boykotun çok destek bulmayan bir görüş olduğunu kabul edersek tartışmaların “evet” ve “hayır” etrafında döndüğünü söyleyebiliriz.
Tabi bunların de kendi içlerinde farklı versiyonları var; “yetmez ama evet” gibi.
Anayasa referandumuna “evet” diyenler, yapılan değişikliklerin her hangi bir olumsuzluk barındırmadığını bundan ötürü yetersizliklerine rağmen bu değişikliklere halkı da “evet” demeye çağırıyorlar.
Bu kesimlerin başında da değişikliklerin baş mimari Tufan Erhürman geliyor.
Hukuk bilgim çok sınırlı olduğundan ötürü yapılan değişiklikleri bir hukukçu gibi hukuksal bir zeminde tartışma niyetinde değilim.
Daha doğrusu salt böyle bir bakış açısının meselenin bütününü kapsayamayacak kadar dar olacağını düşünüyorum.
Yapılan değişikliklere bakıldığında (ki onlar bile çok dar bırakıldı, milletvekillerinin mal beyanlarını resmi gazetede yayınlamak yerine kapalı zarf içinde meclis başkanına sunmaları gibi) olumlu maddeler var.
Fakat halkın sorunları kısmi iyileştirmelerin bir anlam ifade etmeyeceği kadar kangrenleşmiş noktada.
Geçici denilerek on yıllardır tepemizde duran bir 10.Madde varken, yanı Kıbrıslı Türkleri yaşamın bir çok anlamında onursuz yaşamaya iten bir madde hakkında herhangi bir değişiklik söz konusu değilken diğer maddeler havada kalıyor.
Meseleye sadece hukuk zemininde baktığınız zaman “evet onu değiştiremedik, fakat başka maddeler değiştirdik” demekte bir sakınca görünmüyor olabilir.
Hukuksal anlamda da gerçekten böyle olduğu noktasında da haklılık payı var meseleye böyle bakanların.
Çünkü yapılan değişikliklere “hayır” demek 10. Madde`yi değiştirmeyeceği gibi yapılan olumlu değisikliklere de hayır demek anlamına gelecektir.
Ancak hukuksal anlayışın dışına çıktığınızda “hayır” demek başka anlamlar ifade edecektir. (bu “hayır” cevabının altını nasıl doldurduğunuzla da doğrudan ilgili olarak tabi)
Kıbrıslı Türkler yıllardır kendilerine TC Devleti ve onların adadaki uzantıları tarafından dayatılan sınırlar içerisinde kalmaya mecbur edildi.
Bu sınırlar zamanla bu duruma muhalafet edenleri bile içine alarak genişledi ve “sınırlandırılmış bir muhalafet” biçimi yarattı.
Bir anlamıyla halk, şimdi “yetmez ama evet” diyenlerin mantığıyla “yetinmenin” sınırlarına hapsedildi ve bizi bugünlere getiren de bu mantık oldu.
Onlar “yetinin” dedikçe tükendik, tüketildik!
İşte bu yüzden yetinemeyecek bir duruma geldik.
Göç Yasası`na karşı mücadele ederken halkın yanında gözükenler mecliste konunun konuşulmasını bile istemediler!
Yıllar yılı 10. Madde`ye karşı çıkanlar iş somuta gelince lafını bile etmez oldular!..
Böyle böyle; hep kötünün iyilerine muhtaç ve mecbur edildi Kıbrıslı Türkler.
Bu “mecburiyet” çemberini yıkmadikça da öyle kalmaya devam edecek.
Zaten anayasada yapilan değişikliklerin yetersizliği de mevcut çabanın icazet altına alınmış olması ile doğrudan ilgilidir.
Yoksa, “evet”çilere sorsanız onlar da 10. Madde kalksın diyorlar fakat pratikte bir şey yapamıyorlar!
Çünkü Einstein’in gayet güzel ifade ettiği gerçeğin duvarına tosluyorlar:
“Hiç bir problem kendisini ortaya çıkaran bakış açısı ile çözülemez.”
Müsade ettikleri bu değişiklikler ile bizi yıllardır kontrol eden egemenlerin dolaylı bir biçimde söyledikleri sudur:
“Bizim kabul ettiğimiz kadarını değiştirebilirsiniz!”
O zaman ne kadar iyi niyetli olursa olsun kimse kusura bakmasın, biz bu kısır döngüden çok sıkıldık!
Biz böyle bir değişimin özellikle de halkla alay edercesine devrim şeklinde sunulmasını kabul edemeyiz.
İşte anayasa referandumuna “hayır” demek bu çemberin sınırlarını aşma çabasıdır.
Hukuksal anlamda bir kazanımı olmayabilir.
Fakat siyasal anlamda kazanımı; Kıbrıslı Türklerin; “bize uzattığınız havuçtan bıktık, biz kendi tarlamızı ekmek, onun sahibi istiyoruz” haykırışına çok önemli bir katkı yapacaktır.
İşte bizce inkar edilemez şekilde açik olan fakat süreci salt hukuksal bir yorumlamayla okuyanların göremediği gerçek budur.
Yerel seçimlerde giriştiğimiz TDP-BKP-BARAKA ittifakının anlamı da bu noktada başlıyor.
Biz halkın muhalefet organlarının asgari müştereklerde birleşebildiği, dayanışarak mevcut sınırların ötesine ilerleyebilceği bir mücadele anlayışı yaratmak icin çabalıyoruz.
Biz “askerden izin aldık, yol yapıyoruz” diye övünerek propaganda yapan bir anlayışa mecbur kalmak istemiyoruz.
Bu mücadelenin bugün başlamadığını yarın da bitmeyeceğini fakat tarihsel momentlerdeki tepkilerin bu mücadelenin seyrini belirleyeceğini bilen bir mantıkla “HAYIR” diyoruz!
Yetinmek istemiyoruz ve yetinmeyeceğiz!
Bizim için mesele böyle.
Kısacası nereden, hangi açıdan baktığınızla ilgili!
Not: “Hayır” tavrı şu an için bile yararlı bir duruş olmuştur. Yapılan değişiklikleri halkın önünde tartışmak ve gündem haline getirmek “Hayırcıların” tavrı ile ile mümkün olmuştur. Demokrasi aşığı “Evetçiler”e kalsa meclisten oy birliği ile geçtiği için yapılan değişiklikleri halka anlatma zahmetinde bile bulunmayacaklardı.
ALİ ŞAHİN
Baraka Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.