Mağusa… Hasbelkader doğduğum yer. Kıbrıs’a gelen misafirlerimi götürmekten en çok keyif aldığım, kale kapısından girer girmez bir açık hava müzesinde gibi hissettiğim şehir. Layıkıyla korunsa ve tanıtılsa Avrupa’da ve Ortadoğu’da turizm merkezi olan pek çok kentten daha fazla ilgi görebilecek olan önemli bir kültürel miras… Mısır Kralı Potoleme’den başlayan tarihi, Arapların bulmaması umuduyla “Kumda Saklı” adını almasına uzanıyor. Lüzinyan Krallarının taç giyme törenlerine, Venediklilerin kanatlı aslanına, Leonardo Da Vinci’nin yapımını denetlediği rivayet edilen kalesine, Bragadino’nun direnişine, Canbulat Paşa’nın canını feda etmesine, Namık Kemal’in sürgün yıllarına ve daha pek çok tarihi hadiseye ev sahipliği yapıyor.
Böylesi önemli bir Akdeniz kentinin çok kültürlü mimari dokusu itinayla korunmalıyken, geçtiğimiz gün, TMT Mücahitler Derneği’nin Mağusa surlarındaki Ravelin (Akkule) Burcu’na bayraklar diktiğini ve bu bayrakları dikmek için de ufak çapta bir inşaat yaparak surlar üzerine beton döktüğünü, kendi sosyal medyalarından yaptıkları paylaşımdan öğreniyoruz. Hatta açıklamalarında, Turizm Bakanı’na ve Sivil Savunma Başkanlığı’na teşekkür ediyorlar!
Önce büyük bir hayretle, Turizm Bakanlığı’nın ve ona bağlı Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nin böyle tahribata, bir çivi dahi çakılması mümkün olmayan eski eser üzerine inşaat yapılmasına nasıl izin verdiğini anlamaya çalışıyoruz. Ardından basına yansıyan haberlerde, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürü Nazım Ced, “haberimiz yok, bizden habersiz dikildi” diyor. Daha önce de Mağusa Kaymakamlığı’ndan kendilerine, bayrakların beton zemin üzerine dikilmesi yönünde yazı geldiğini, konuyu Anıtlar Yüksek Kurulu’na taşıdıklarını ve talebin reddedildiğini anlatıyor. Ancak müdahale yetkisi bulunmadığını söylüyor. Oysa var! Hem Eski Eserler Dairesi ve bağlı olduğu Turizm Bakanlığı’nın hem de yapılan bir suç olduğu için Polisin, müdahale etme yetki ve sorumluluğu var. Bunu yapmadıkları her an, görevlerini ihmal ediyor, yetkilerini kötüye kullanıyorlar. Sivil Savunma Başkanı ve Kaymakam da Yasaya aykırı ve izinsiz olarak eski eser üzerine inşaat yapılmasına ortak olmuş veya göz yummuşsa, onlar da suç işliyorlar.
Eski Eserler Yasası’nın 10. maddesine göre “Eski eserler ve doğa varlıklarının korunmasını sağlamak için gerekli karar ve önlemleri alma, aldırma ve bunların her türlü denetimini yapma ve yapılmasını sağlama, alınan kararları uygulama” yetkisi Eski Eserler Dairesi Müdürlüğüne aittir. Yine aynı maddeye göre “Kaymakamlıklara yapılan başvurular, Anıtlar Yüksek Kurulu kararı esas alınarak sonuçlandırılır.” Yasanın 11. maddesinde ise “Müdürlük izni olmadan taşınmaz eski eserlere, doğa varlıklarına ve bunların bulunduğu alanlara ve/veya koruma alanlarına her çeşit geçici veya kalıcı inşai ve fiziki müdahalede bulunmak” suç olarak belirtilmiştir. 12. Maddeye göre de eski esere izinsiz yapılan bir müdahale mahkeme kararı olmaksızın Müdür tarafından durdurulur ve düzeltilmesi veya Anıtlar Yüksek Kurulu’nun kararına uygun hale getirilmesi için ihbarda bulunulur. Bu maddeye aykırı hareket etmek de ayrıca suç olarak düzenlenmiştir.
Ortada bu kadar net bir Yasa ve suç olduğu bu kadar açık bir durum varken yetkili makamların yetkisiz gibi davranması; Başbakan’ın Turizm Bakanı’na, Turizm Bakanı’nın Eski Eserler Dairesi Müdürü’ne gereken talimatı vermemesi, Müdürün kılını kıpırdatmaması, Polisin sosyal medyadaki görüntüleri ve izinsiz yapıldığı bilgisini suç ihbarı olarak kabul edip derhal harekete geçmemesi, Kaymakam ve Sivil Savunma Başkanlığı’nın da yapılan eyleme dahil olması suça yardım ve yataklık etmekten başka bir şey değildir.
Meselenin yasalara aykırı olmasından gayrı bir diğer boyutu da şudur: Kendilerine mücahit diyen ve vatanını, yeri geldiğinde canını verecek kadar sevdiğini iddia eden kişilerin, bayrağını diktiği devletine saygısızca davranması… Kendi ceddinin de bir parçası olduğu tüm insanlığa ait olan tarihi ve kültürel mirası tahrip etmeleri… İsteyenin istediği yere bayraklar dikebileceğinin veya dilediği müdahaleyi yapabileceğinin örneğini yaratarak günün sonunda Mağusa kentine, halkına ve esnafına zarar vermeleri…
Fetihçi zihniyetle, dünü çarpıtarak ve yarını düşünmeyerek yapılan davranışlar ve bunlara alkış tutanlar, er ya da geç tarih önünde yargılanacaktır. Bugün bize düşen, Mağusa halkının kentine sahip çıkmasına destek olmak ve devleti, kendisini hiçe sayarak dikilen bayrağın gölgesinde kalmamaya zorlamaktır.
Nazen Şansal
Baraka aktivisti
Meraklısı için Bülent Dizdarlı’nın “Hançerin Bekçisi” kurgusal romanında, Mağusa’nın Osmanlı kuşatması ile ilgili bölümden alıntılar:
– Sen yirmi birinci yüzyıldan bakıyorsun olaya. Oysa on altıncı yüzyılda bakış açısı çok farklıydı. Sen anlayamazsın tabii şimdi. Yiğidi öldür ama hakkını ver derler. … Bir ara Bragadino’yu surlarda görmüştüm. Bir er gibi en önde savaşıyordu. Topları dolduruyor ok atıyordu. Parlayan gümüş zırhı içinde mitolojik savaş tanrısı gibiydi. Her hareketiyle can alıyor buna karşın beraber savaştığı kendi askerlerine moral kaynağı oluyordu.
… Ağustos ayı geldiğinde Osmanlı, kaleye girememekle beraber geri adım da atmamıştı. Oysa Bragadino’nun ne top mermisi kalmıştı ne de atacak oku. Üstelik erzak da tükenmek üzereydi. Haçlı ordusunun ise artık gelmeyeceği belli olmuştu. Daha fazla dayanamazlardı. Komutan artık yorulmuştu. Şehir ileri gelenleri de katliam olmaması koşuluyla teslim müzakerelerinin yapılmasını istiyorlardı. Bragadino için son derece onur kırıcı bir durumdu. İşte tam bu sırada Canbulat isimli kahraman bir Osmanlı Beyi’nin, atıyla çarka dalıp kendi hayatı karşılığında bile olsa onun kırılmasına ve işlevini kaybetmesine neden olduğu haberi yayıldı. Bu haberi alan komutan daha fazla direnemeyeceklerini kabullendi.
… Bizim yaşadığımız zamanda kazanırsan kahraman olurdun. Kaybedenlerin isimleri tarihe silik yazılırdı. Bragadino kaybetti.