Insanın diğer canlılardan üstün olduğunu düşünüyorsunuz.
Ve bu üstünlükle de diğer canlılara bedenen ve zihnen hükmedebileceğine inanıyorsunuz.
Burdan yola çıkarak da insanın gerekli gördüğü durumlarda diğer bir insana, hayvana, bitkiye zarar verebileceği noktasına varıyorsunuz.
Böylece de şiddetin her türlüsünü kendi beyninizde meşrulaştırıp, kendiniz şiddet uygulayabiliyor veya şahit olduklarınıza gözünüzü kapatabiliyorsunuz.
Mesela, ceza olsun diye dövülebilir birisi, sizin görüşünüze göre. Bir çocuk dersini sizin istediğiniz gibi çalışmadı veya bir büyüğüne saygısızlık yaptı diye dayakla terbiye edilebilir. Ya da bir insan, hele ki bir kadınsa ya da cinsel yönelimi sizin normallerinize uymayan biri ise, sokakta yalnız gezdi diye, etrafına kahkalarla gülücükler saçtı diye, giydiği kıyafetler saçının telinden ayak parmaklarına kadar vücudunun heryerini kapatmadı diye, bağırıp da sesini çıkaramadı diye, tehdit edildiği için karşı duramadı diye, gerek ceza olsun gerekse başkasının duyguları tatmin olsun diye tecavüze uğrayabilir.
Gerçekten mi? Böyle mi düşünüyorsunuz? İnanıyor musunuz buna gerçekten?
Evet maalesef böyle düşünenler, tüm bunlara sonuna kadar inananlar ve hayatını bunların üzerine inşaa edenler var. Hem de tahminimizden çok daha yakınımızda, görüşleri ilerici dediklerimizin içinde.
Kendi çocukluklarında dayakla terbiye edilmeye çalışılanlar şimdi gelecek nesilleri de buna mahkum ediyorlar. Kendi çocukluklarında şiddete karşı ses çıkaramayanlar şimdi başkasına şiddet uygulayıp sesini çıkarmaması için tehdit ediyorlar. Ataerkil sistemin yetiştirdiği bireyler, erkeği kadından üstün görüp kadın bedenini meta yerine koyuyor ve adeta kendine sunulmuş bir eşyaymış gibi, ona ne yapmak isterse onu yapıyor. Sandalyenin bacağını kırmak gibi görüyor kadının kemiklerini kırasıya dövmeyi. Ve bir insanın en özelini o insana verilebilecek en büyük ceza olarak görüyor, ona cinsel istismarda bulunmayı. Ama hani siz, bir tecavüz zanlısına verilebilecek en büyük cezayı onun da tecavüze uğraması olarak görüyorsunuz ya, en çok da siz sebep oluyorsunuz tecavüzün son bulamayışına. Sizden bu cümleyi duyan her kulak, onun bir ceza yöntemi olabileceğine inanıyor birkez daha. Hani siz, madem rızası yoktu yıllarca neden sesini çıkarmadı diyorsunuz ya, sesini çıkarırsa başına geleceklerden korktuğunu, eğer şikayet ederse onu koruyacak bir sistemin varlığından haberdar olmadığını, hatta belki de öyle bir sistemin olmadığını bildiğini, biliyor musunuz? Kendinizi onun yerine koyduğunuzda bu cümleleri bir kez daha kurabiliyor musunuz gerçekten…
Ve o sizin çok uzaklarda sandığınız gittikçe zorbalaşan çürümüş beyinler, birgün çıkıp geliveriyor sizin veya çok değer verdiğiniz bir yakınınız hayatına, burnunun dibine. Sonra bir hayat daha kararıyor, siz buna engel olamadığınızı bir kenara bırakın, bilinçsizce toplumda yer bulmasına yardımcı olduğunuzun farkına bile varmadan.
Türkiyede bir gecede İstanbul Sözleşmesi fesedildi. Yani en basit açıklaması ile kadını ev içi şiddetten koruyacak, eğitime cinsiyet eşitliği getirecek bir düzenlemeden geri çekilindi. Bu karanlık günlere açılmaya çalışılan pencerelere bir kez daha kilit vurulması demek. Ama yıllar boyu bu hep böyle oldu. Kadınlar yaşam kalitelerini artırmak için çeşitli hakları elde etmek üzere çeşitli mücadeleler verdiler. Kazanamadıkları olduğu gibi kazandıkları da oldu. Ve şimdi de mücadeleye devam edilecek. Çünkü kadınlara hak vermekten geri zihniyetler, halkı yönettiklerini iddia ediyorlar. Hak kazanmanın yolu mücadeleden geçerken, şimdi susup da derdimize yanma zamanı değil, yoldaki taşları temizleme zamanı. Kadınların hakettikleri şey, bedenlerine, ruhlarına inecek darbeler değil, her anlamda özgürlüktür.
Ülkemizde, sesini duymadığımız kız çocuklarımız, gençlerimiz, kadınlarımız, her gün ama her gün şiddetin farklı bir çeşidine maruz kalıyor. Her günleri bizim en karanlık gece dediğimiz gecelerden bile daha karanlık oluyor. Buna sessiz kaldığımız, daha da kötüsü böyle şeylerin olabileciğine kendimizi alıştırmaya çalıştığımız, acaba haketti mi diye sorguladığımız her saniye, o karanlık günü yaşayan insan sayısı artıyor. Yaşamayı istemediğimiz acıları hiçkimse yaşamasın diye mücadele ettiğimiz zaman ancak herkes güvende olabilir.
Kendi düşüncelerinizi sorgulamaktan geri durmayın. Gerçekten mi? diye sorun kendinize. Bu yaşanılanları gerçekten de haketti mi? Güvende olma duygusundan yoksun yaşamayı hak ettik mi?
Pınar Piro
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti