Bir yılı aşkın süredir yaşadığımız pandemi belki de yavaş yavaş sona yaklaşıyor. Umut ışığını yakan ise çok net bir biçimde aşılamanın yaygınlaşması. Şu bir gerçek ki dünyanın eski sömürgecileri, şimdinin gelişmişleri! halihazırda aslan payını kapmış durumda. Diğer yandan aşının uğramadığı onlarca ülke var hala. Ülkeler içinde de açık bir eşitsizlik gözlemleniyor; aşıya ilk ulaşanlar ve kendilerini korumaya alanlar zenginler… Yoksullar ise aşı sırasının kendilerine gelmesini beklerken ölüyorlar.
Bu eşitsizlik çok doğal olarak hepimizde bir öfke uyandırıyor. Peki bu öfke aşıların dünyanın büyük ilaç firmalarının egemenliğinde olduğu iddiasıyla, bunun aslında çok büyük bir planın parçası olduğu iddiasıyla aşılara tümden karşı çıkmayı haklı çıkarabilir mi? Cevaba son cümle olarak kullanılabilecek bir ifadeyle yanıt vermeyi yeğleyeceğim; Hayır! Çünkü aşılama bir kamusal haktır ve bir halk sağlığı meselesidir. Mücadele edilmesi gereken şey ise aşının kendisi değil aşılanmanın tüm dünya halklarına ücretsiz erişiminin sağlanmasıdır.
Şimdi gelelim halk sağlığını ciddi biçimde tehdit eden, hatta bir halk sağlığı sorunu olarak ifade edilmeye başlanan aşı karşıtlığına ve bununla ilintili olan komplocu zihin yapısına. Aşı karşıtlığı yeni bir durum değil. İlk aşıların ortaya çıktığı 1800’lü yıllarda aşılarla tedavi edilebilecek hastalıkların tanrının bir cezası olduğu, bu hastalıklarla mücadele etmenin tanrıya karşı gelmek anlamına geldiğini savunan din insanları ortaya çıkmış ve insanları aşılanmamaya davet etmişlerdi. İlerleyen yıllarda salgınların önüne geçebilmek için zorunlu hale getirilen aşılamaya da karşı çıkanlar olmuş, bunu devlet zulmüne! karşı bir bireysel özgürlük mücadelesi haline getirmeye çalışmışlardı. İki yüz yirmi yıl sonra bugün her iki versiyon neredeyse aynı şekilde gericiliğin canlı kanlı örnekleri olarak karşımızda duruyor. Tarikat liderleri “Modern Tıp Allah’ın işine karışıyor” derken ve binlerce aileyi peşlerinden sürüklerken, postmodernler ise artık varolmayan (aslında aşı sayesinde kontrol altına alınan) hastalıklar için neden hala aşılama programı olduğunu sorgulayıp, bireysel bir hak olarak gördükleri aşılanmamayı seçebiliyorlar.
Birbiriyle hiçbir ortak özelliği yokmuş gibi duran bu iki grubun birleştiği noktanın bilim karşıtlığı olduğu çok açık. Bugün (en azından dünyanın belirli coğrafyalarında) kızamıkçıktan, kabakulaktan, suçiçeğinden, boğmacadan, difteriden ölen çocuklar yoksa bu bilimin en önemli katkılarından biri olan aşılar sayesindedir. Bilimsel düşüncenin olmazsa olmazı olan kuşkuculuğu alıp bilimsel temelden soyutlarsanız elinizde kalan yalnızca komploculuk olur. Aşı karşıtları ister dini motivasyonla isterse de bireysel özgürlük motivasyonuyla olsun bilimsellikten uzak, kanıtı olmayan ve çoğunlukla kolayca çürütülebilecek argümanlarla kendilerine destek toplamaktadırlar. Bugün bunun için ellerinde oldukça güçlü bir alet de vardır; sosyal medya. Yazılan her bir bilginin sorgulanmadan ve analiz sürecinden geçmeden doğruymuş gibi algılandığı, yanlış bilginin hızla yayıldığı bir mecra olarak sosyal medya komplocu zihinler için bulunmaz bir nimettir. Bu nedenle bu gibi grupları etkisiz eleman olarak tanımlamak ve yok saymak yapılabilecek hataların en büyüğüdür. Ancak komplocu zihinleri doğrudan hedef haline getirmek yerine etki alanlarını zayıflatmak ve bu anlamda örgütlü hareket etmek daha doğru bir yöntem olabilir. Bunu yaparken komplocu aşı karşıtlarının çağrıda bulundukları şeyin gerçekleşmesi durumunda olası sonuçlarını halka göstermek belki de yapılabilecek en doğru hamlelerden biridir:
Örneğin aşı karşıtlığı sonucunda kaç çocuğun öldüğü bilgisi paylaşılabilir. Benim ilk aklıma gelen boğmacadan dolayı ölümlerin sıfırlandığı Japonya’da 1974-1979 yılları arasındaki aşı karşıtlığı kampanyasının sonucunda 41 çocuğun bu hastalıktan öldüğü bilgisidir.
Örneğin aşıların etkileri bilimsel dayanaklarla paylaşılabilir. Bugün Covid-19’a karşı üretilen her bir aşının etkinliğinin ne olduğu beş dakikalık ve doğru bir aramayla bulunabilir.
Örneğin hastalığı doğal yolla geçirmenin aşılamanın bir alternatifi olamayacağı, toplumsal bağışıklık denilen noktaya ancak aşılama yoluyla bağışıklık kazanılarak ulaşılabileceği, bunun olmadığı durumdaysa bizi ölümlerin beklediği komploculuğun tavan yaptığı, insanların sırf bulaş olsun diye katıldığı Covid-19 partilerinin düzenlendiği ABD’deki 543 bin ölümle çok açık bir biçimde gösterilebilir.
Örneğin aşılanmaya gerek olmadığı argümanı aşılamanın durduğu her bir durumda ne olduğuyla kolaylıkla çürütülebilir. Yine aklıma ilk gelen örnek dağılmadan hemen önce 1989’da difteriden ölümün olmadığı Sovyetler Birliği’nde dağılmayla birlikte çöken sağlık sisteminden dolayı 1994’te difteri kaynaklı 1700 ölümdür.
Örneğin aşıların güvenli olmadığı, bizi daha fazla risk altına soktuğuyla ilgili iddiaya aşıyla önlenen vaka sayısı ile aşının neden olduğu vaka sayısındaki fark ortaya konularak yanıt verilebilir.
Ve gelelim postmodern aşı karşıtlarının en güçlü ve tehlikeli argümanına; aşı yaptırıp yaptırmamak bireysel bir karardır. Bugün henüz aşılanma zorunlu hale gelmemişsen herhangi biri ben bu aşıya güvenmiyorum, o yüzden de yaptırmıyorum diyebilir. Bununla ilgili bir yaptırım da söz konusu değildir. Buradaki argümana ise aşılanmanın bireysel hastalanmayı önlemenin ötesinde salgının önüne geçmek için olduğu gerçeğiyle yanıt verilebilir. Yani burada kişinin kendini (ya da çocuğunu) korumakla ilgili aldığını iddia ettiği karar aslında halk sağlığını tehdit etmektedir. Yukarda belirttiğim somut gerçeklerle bu noktayı bağladığımızda eğer birey çocuğu adına buna (aşılanmamaya) karar veriyorsa çocuğunun sağlıklı olma hakkını elinden alarak net bir ihmal sergilemekte, eğer kendi adına buna karar veriyorsa da halk sağlığını tehdit ediyor ve başkalarının ölümüne neden olabilecek bir davranış içine giriyor demektir.
Sonuç olarak Covid-19 kaynaklı binlerce ölümün haber bültenlerinde bile sıradanlaştığı bugünlerde yapılabilecek en son şey bile olmamalıdır komplocu aşı karşıtlarının peşine takılmak. Bilimin ne söylediği de ne yaptığı da ortadadır ve bu bir başarısızlık değil başarı hikayesidir. Bir yıldır tükenmenin eşiğine gelen sağlık emekçilerimizin elindeki en etkili silah da, halkımızın fiziksel ve psikolojik sağlığını iyileştirecek olan da bilimsel yöntemlerle etkinliği sınanmış aşılardır. Hal böyleyken halkı birilerinin büyük planlarının! parçası olmamak için maskesiz dolaşmaya, aşı olmamaya çağırmak en basit ifadeyle sorumsuzluk en ağır ifadeyle kasten öldürmeye teşebbüstür. Çünkü aşılama bir kamusal haktır ve bir halk sağlığı meselesidir. Mücadele edilmesi gereken şey ise aşının kendisi değil aşılanmanın tüm dünya halklarına ücretsiz erişiminin sağlanmasıdır.
Fatih Bayraktar
Bağımsızlık Yolu Mağusa Örgütlenme Sorumlusu