Bağımsızlık Yolu Üyesi Umut Ersoy sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, son günlerde gündem yaratan “Love Erdoğan” afişlerine ilişkin paylaşımda bulunarak, “Sadece AKP değil CHP, MHP, HDP, İYİ Parti ne varsa ülkemizde hiç kimsenin siyasal faaliyet yürütmesine, örgütlenmesine izin vermemeliyiz.” ifadelerini kullandı.
Açıklama şöyle:
Rejimin iplerini ellerinde tutanlar bir yandan her geçen gün üstümüze üstümüze gelmeye, yaşam alanımızı daraltmaya, kurumlarımız üstündeki etkinliğini artırmaya devam ederken bir yandan da imzalanan protokoller, yapılan tüzük değişiklikleri, linççilerin aracılığıyla dağıtılan vatandaşlıklar ile Kıbrıs’ın kuzeyindeki hegemonyayı genişletiyor, sosyoekonomik, kültürel ve politik dönüşümü egemen kılmak için örgütlenmeye devam ediyor.
“Zaten her şey benim elimde, ne istersem yaparım, bana bu kadarı yeter” deyip rehavete kapılıp durmuyor. Her geçen gün saldırılarına bir yenisini ekliyor. AKP- MHP faşist bloğunun egemenliğindeki T.C. devletinin, 22 Ocak’la birlikte başlayan ve 2020 cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonrasında yaşananlarla birlikte ayyuka çıkan Kıbrıs politikasındaki paradigma değişikliğini iyi anlamalıyız. Artık Kıbrıs’ın kuzeyindeki yaşamı aracısız bir şekilde, doğrudan kendi elleriyle şekillendirmek isteyen, bunu göstere göstere yapmaya devam eden ve karşısında mutlak biat bekleyen AKP’nin, işbirlikçiliğin kitabını yazanlara bile varoluş alanı bırakmadığını her geçen gün daha net görüyoruz. İşbirlikçilere bile varoluş alanı bırakmayan AKP-MHP bloğu bize ne yapmaz diye düşünmeden edemiyor insan.
Bir de bütün bunların yanına TC’deki iktidarı tehlikeye girdikçe milliyetçi hezeyanlarla iktidarını konsolide etmeye çalışan AKP-MHP bloğunun manevra alanın daraldığını ve Kıbrıs’ın kuzeyi dışında elinde pek bir alternatif kalmadığını hesaba katınca, gelecek günlerin bizim açımızdan daha da sıkıntılı geçeğini söylemek yanlış olmayacaktır. Artık perde gerisinden değil göstere göstere gerçekleşen bu saldırılar, ilerici örgütlerin (siyasi partiler, sendikalar, demokratik kitle örgütleri vb…) siyasal, ideolojik farklılıklarını koruyabildiği, antifaşist ortak bir savunma hattını örmelerini zorunlu kılıyor.
Ne var ki, ne böyle bir savunma hattının kurulabildiğini ne de rejimi geriletebilecek kitlesel bir hak talebi arayışının yükseltilebildiğini söylemek güç. Bunun nedenlerinden biri, düzen partilerinin uzlaşmacı tavrını bırakıp mücadeleye liderlik etmesini bekleyen(Godot’u bekleyen) edilgen anlayışta olduğu kadar, bir diğeri ise muhalefet etmenin salt Türkiye’nin müdahalelerine ve saldırılara karşı ses çıkarmaya indirgenmesi ve somut taleplerin bir türlü hak arayışına dönüştürülememesidir. Pek çok örgüt bir araya gelip sokağa çıktığımızda bile bildiriden öteye gitmeyen ve içinde hiçbir somut talep olmayan mücadele strateji(sizlik)leri var. Bunun en net örneği 22 Ocak’ta Afrika gazetesine yönelik linç girişimi ertesinde binlerce kişinin sokağa döküldüğü eylemdir.
Polisin gözetiminde gerçekleşen linç girişimini protesto ederken bile dönemin PGM Müdürü Süleyman Manavoğlu’nun istifasını talep etmedik. Halbuki tablo çok netti. Bütün yaşananlardan ilk başta polis sorumluydu. Manavoğlu’nun istifasını istemek son derece meşru ve haklı bir talepti ve istifa etmediği sürece sokağı terk etmeyeceğimizi belirtmek; rejimin çelişkilerini ifşa etmemize, sorumluların cezalandırılmasına kapı aralayabilecek, hatta sürecin belki polisin sivile bağlanması veya doğrudan geçici onuncu maddenin kaldırılması istemine evrilmesine kadar varabilirdi. Oysa biz “düşünce özgürdür, özgür kalacak” deyip evlerimize geri döndük. Böylece rejim, kendisinden hiçbir talepte bulunmayan eylemden hiçbir rahatsızlık duymadan, genişlettiği hak ihlallerini sürdürmeye ve yaşamımızı kuşatmaya devam etti. Uzun lafın kısası, mücadele etmek için liderlerin arkasında kümelenmeye değil, taleplerin etrafında birleşmeye ihtiyacımız olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Somut taleplerin. Rejimi geriletebilecek, küçük veya büyük yaşamımızda karşılığı olan taleplerin.
“Love Erdoğan” billboardları, sonrasında Sol Hareket üyelerinin tutuklanması ile aslında yine görece küçük gibi görünen ama rejimi geriletebilecek bir talep karşımızda duruyor. AKP ofislerinin kapatılması talebi. Aslında sadece AKP değil CHP, MHP, HDP, İYİ Parti ne varsa ülkemizde hiç kimsenin siyasal faaliyet yürütmesine, örgütlenmesine izin vermemeliyiz. Yani dediğim o ki, hem saldıralar karşısında ortak savunma hattımızı kurmalı hem de rejimi geriletmek adına; artık birilerinin mücadeleye liderlik etmesini beklemek yerine, kim geliyor kim gelmiyor hesaplarını bir kenara bırakıp, irili ufaklı somut ve yaşamsal hak taleplerine odaklanmalıyız. Bugünden bakıldığında küçükcük gibi görülen somut bir talebin yarın nereye evrilebileceğini bize ancak mücadelenin kendisi gösterebilir.