Yapılacak şey belli. Bir yandan ilk elden zengin-yoksul farklılığına yol açan emek sömürüsüne son verecek bir sınıf mücadelesini örgütlemek, diğer yandan sermayeyi daha ağır vergilendirerek ve onlardan servet vergisi alarak mevcut eşitsizlikleri azaltmak
Bilimsel araştırmalar dolar milyarderlerinin sadece gelişkin Merkez Ekonomilere özgü değil, Türkiye dâhil dünyanın hemen her ülkesinde mevcut olduğunu gösteriyor.
Örneğin halkı büyük sıkıntılar içinde olan Venezuela ve Zimbabwe’nin her birinin birer milyarderi var. ABD 624 civarında sayı ile dünyada en fazla milyardere sahip ülke olurken, Çin 390 milyarderi ile ikinci sırada yer alıyor (gerçekte Çinli milyarderlerin sayısı daha da fazla çünkü Hong Kong’da 66 milyarder ve bağımsız Tayvan’da 40 Çinli milyarder daha var). Almanya’nın 110, Rusya’nın 102 ve Hindistan’ın 94 milyarderi var. Kalan ülkelerin her birinde 100 ‘den az sayıda milyarder var. Bunların çoğu Avustralya, Kanada, Fransa ve İsviçre’de yaşıyor. Aslında Forbes tarafından tanınmayan ya da servetleri tam olarak bilinemediği için milyarder sayılmayan çok daha fazla milyarder olduğu tahmin ediliyor. Bunların içinde kraliyet mensupları, diktatörler ve büyük suçlar işlemiş olanlar var. Kabaca dünyadaki milyarder sayısının 2,000 ila 2,200 arasında olduğu tahmin ediliyor.(1)
Küresel yoksulluk artıyor
Madalyonun diğer yüzünde ise küresel yoksulluk var. Birleşmiş Milletler Örgütü (BM) Salgının 2030 yılına kadar 207 milyon insanı daha aşırı yoksullaştıracağını, böylece aşırı yoksul sayısının 10 yıl sonra 1 milyar civarında olacağını öngörüyor. (2)
Dünya Bankası ise (3) Salgın yüzünden yoksulluğun küresel olarak 88 milyon – 115 milyon civarında artacağını, kişi başı gelirin küresel olarak 2020 yılında yüzde 5-8 oranında azalacağını ve böylece yoksulluğun 2017’deki düzeylerine tekrar çıkacağını ileri sürüyor (aslında yoksulluğun Covid-19 öncesinde dünya çapında azaldığı iddiası doğru değil. Çin ve Hindistan’da yoksulluk azaldığı için küresel yoksulluk azaldı. Tikel olarak ülkelerde özellikle de gelişmiş ülkelerde yoksulluk arttı).
Bu da son üç yılda yoksulluğu azaltma çabalarının boşa gittiği anlamına geliyor. Banka yoksullaşmanın yüzde 80’inin orta gelirli ülkelerde gerçekleşmesini ve bundan en kötü etkilenecek bölgelerinse Güney Asya ve Sahra Altı Afrika olmasını bekliyor. Rapor 2030 yılına gelindiğinde neredeyse dünya nüfusunun yüzde 7’sinin günlük 1.90 dolardan az gelir tüketebileceğini ileri sürüyor.
Geçen yıl Salgınla birlikte yaşanan ekonomik çöküş ise servet bölüşümünü zenginden yana olmak üzere daha da kötüleştirecek. Çünkü Salgın ile birlikte devasa bir yedek sanayi ordusu ortaya çıktı. Bu durum işçilerin gücünü zayıflatıyor, onların çok düşük ücretlerde çalışmaya razı olmasına neden oluyor. Bu da işçilerin yaşam standartları daha çok düşürecek, yaşam koşullarını kötüleştirecek.
Türkiye’de derin yoksulluk
Türkiye’de de yoksulluk son yıllarda (özellikle de Covid-19 ile birlikte) hızla artıyor. Bunu görebilmek için çöp konteynerlerinden yiyecek arayanlara, yoksulluk yüzünden hayatına kıyanlara bakmak yeterli. Ayrıca istatistikler de bu konuda yeterince yol gösterici.
Öyle ki Türk-İş’in araştırmasına göre, geçen yılın aralık ayında dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 2,590 lira, yoksulluk sınırı 8,436 lira oldu. (4) Diğer taraftan asgari ücret giderek ortalama ücrete dönüşmüş durumda. Asgari ücretin yüzde 20 fazlası ve altında ücret alan işçilerin sayısı 9,7 milyon. Bütün ücretli çalışanların yüzde 50’ye yakını bu kapsamda yer alıyor. Tüm ücretli çalışanların yüzde 64’ü ise (12,5 milyon işçi) asgari ücretin altı ile asgari ücretin bir buçuk katı arasında bir ücret elde ediyor. (5)
Kısaca Aralık ayındaki düzenlemeyle 2,825 lira 90 kuruşa çıkartılan asgari ücret açlık sınırının sadece 300 lira üstünde, yoksulluk sınırının ise yalnızca üçte biri kadar. Yani bir ailede ancak üç asgari ücretli olarak çalışan ve gelir elde eden olursa aile yoksulluk sınırının 42 lira üzerine çıkabiliyor.
Hanelerin yarısına yakınının düzenli geliri yok
Sahadaki çalışmalar yoksulluğun resmini çok daha net sergiliyor. Örneğin İBB İstanbul İstatistik Ofisi’nin İstanbul’da kent yoksulluğuna ilişkin olarak yaptığı bir anket çalışması ülkenin bu en büyük kentindeki yoksulluğu gözler önüne seriyor:
Ankete katılan hanelerin yüzde 47,3’ünün düzenli bir geliri yok. Çalışan kişilerin olduğu hanelerin yüzde 89,3’ünde tek kişi gelir getirici faaliyette bulunurken, iki kişinin çalıştığı ailelerin oranı sadece yüzde 9,7. Yüzde 92,6’sı ise borçlanmadan ekstra bin liralık bir harcama yapacak durumda değil. Yüzde 91,8’inin haftada en az iki kere et, tavuk ya da balık içeren yemeği karşılayabilecek bir geliri yok. Hanelerin yüzde 70,6’sı kredi kartı ve kredi olarak bankalara, yüzde 20’si esnafa, yüzde14,3’ü ise akrabalarına borçlu. (6)
Yoksulluk bölgelere göre daha da artabiliyor. Örnek olarak 2020 yılının başlarında yapılan bir araştırmaya göre, Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yapılan anketlerde katılımcıların yüzde 63,2’sinin TÜİK verilerine göre açlık/yoksulluk limiti sayılan 2,000 liranın altında hane gelirine sahip olduğu görülüyor. (7)
Sosyoekonomik geçim endeksi: sadece 36,0
Covid-19 Salgını sonrasında yapılan bir çalışma İstanbul’un 39 ilçesinin 34’ünde ciddi düzeyde yoksulluk yaşandığını ortaya koyuyor. Böyle yoksulluk içinde olanlara, başta gıda yardımı olmak üzere, ilaç, bebek bezi ve maması, yakacak, kira, ulaşım, fatura ödeme, giysi yardımı yapan Derin Yoksulluk Ağı adlı bir gönüllü yardım kuruluşunun Kasım ayında yayınladığı rapora göre (8); bu ilçelerdeki yoksulların yarıya yakını geçimini seyyar satıcılık gibi kayıt dışı işlerden sağlıyor. Salgınla birlikte işler durunca bu ailelerin geçimi iyice zorlaştı. Kuruluşun yoksulluğu belirlemede kullandığı ve su ve temel gıda gibi en temel ihtiyaçların karşılanabilmesi anlamındaki tanımladığı Sosyo Ekonomik Gelişmişlik Endeksi (sege) 34 ilçedeki 171 mahallenin tamamında ortalama 100 üzerinden sadece 36.02 düzeyinde. İşin kötüsü sege İstanbul’daki toplam 959 mahallenin yüzde 68’inde de 0-40 aralığında kalıyor.
Eşitsizlik ve yoksulluk sisteme içkin
Dünya ve Türkiye’ye ilişkin bu eşitsizlik ve yoksulluk göstergeleri temelde kapitalist üretim tarzının özünü oluşturan artı değer sömürüsünün kaçınılmaz sonuçları.
Yani bu sonuçları doğuran şey, toplumdaki diğer sömürü ve ezme biçimlerinin dışında, artı değer sömürüsüne, kâr maksimizasyonu için üretime ve çevreyi tahrip eden, işçi ve emekçi sınıfları baskılamaya dayalı kapitalizmin bizzat kendisi.
Bir başka anlatımla, işsizlikte olduğu gibi, yoksulluk, gelir ve servet dağılımı adaletsizliğinin nedeni (burjuva iktisatçıların ileri sürdüğü gibi) kaynak yetersizliği değil, kapitalist sistemin kaynakları dağıtma biçimi. Çünkü kaynaklar piyasalar ve devlet tarafından toplumsal ihtiyaçların karşılanması için değil, kâr elde etmek için dağıtılıyor ve devlet izlediği sosyo-ekonomi politikaları ile bunu kolaylaştırıyor.
Piyasa mekanizmasıyla gerçekleştirilen ve devlet eliyle de perçinlenen işçi sınıfının bu sömürülme ve ezilme olgusu kendini sosyoekonomik alanda servet, gelir, eğitim, sağlık, konuta erişim gibi konularda ciddi farklılaşma, eşitsizlik ve adaletsizlik biçiminde ortaya çıkartıyor.
Neo-liberal dönemde gelir bölüşümü adaletsizliği ve yoksulluk arttı
Özellikle de 1980’lerden itibaren ortaya çıkan neo-liberal dönemin bir sonucu olarak, gelir ve servet; sadece serbest piyasalardaki emek-sermaye ilişkilerinin (emekçi sınıfların örgütsüzleştirilip güçsüz bırakılmasının) değil, kapitalist devletlerin sermaye sınıfı lehine uyguladığı ekonomi politikalarının da ürünü olarak, bu sınıfa mensup zenginlerin elinde daha da birikti.
Bu birikime hizmet eden en somut politikalarsa, verginin yükünü emekçilerin üzerine yıkan, sermayedarlardan giderek daha az vergi alınmasını sağlayan emek karşıtı vergi politikaları oldu. Bunun sonucunda zengin ve yoksul arasındaki uçurum daha da büyüdü.
Bir başka anlatımla, kapitalist sistemde gelir ve servet eşitsizliği artışı birincil bölüşüm ve ikincil bölüşüm düzeylerinde olmak üzere iki düzeyde gerçekleşiyor. Birincil bölüşümde eşitsizliklerdeki artış neo- liberalizmle birlikte çok önemi boyutlara erişti. Çünkü artı-değer sömürüsüyle gerçekleşen kârlara ilave olarak, seçkinlerin sahip olduğu ve kendilerine düzenli gelir sağlayan ve belli ellerde toplanan yeni tür servet gelirleri ortaya çıktı.
Bunların içinde finansal rantlara ilave olarak çok önemli boyutlara erişen tekelci entelektüel mülkiyet var (bilişim ve ilaç sektöründeki gibi bilginin tekelci kontrolünden elde edilen rantiye gelirler). Doğası gereği sosyal ya da kamusal birçok müştereğin özelleştirilmesinden elde edilen rantlar var (emek geliri dışında doğrudan doğa ve bilgi üzerinden elde edilen rantlar). Sermayenin giderek artan pazarlık gücü ve emek karşıtı serbestleştirme (de-regülasyon) politikaları var. Bunlar birincil bölüşümü servet sahipleri lehine olmak üzere etkiliyor. İkincil bölüşüm ise emek karşıtı, sermaye yanlısı vergileme, sübvansiyon ve transferler sonrası ortaya çıkan yeniden bölüştürücü politikalar sonucunda ortaya çıkıyor. (9)
Birincil bölüşüm: Bir işçinin dolar milyarderi olabilmesi için 25 bin yıl çalışması gerekiyor
Ortalama bir Amerikalı işçinin milyarder olabilmek için 25 bin yıl çalışmak zorunda olduğunu ileri süren ABD eski Çalışma Bakanı R. Reich ABD’deki servet yığılmasının dört ana nedenine dikkat çekiyor:
(i) Miras olarak alınan servetler (ABD’deki servetin yaklaşık yüzde 60’ı miras yoluyla oluşuyor). (ii) Tekeller (J. Bezos’un Amazon’u Amerika’daki tüm e-ticaret perakende satışlarının yaklaşık yüzde 50’sini oluşturuyor. Süresi uzatılan patent ve ticari marka sistemleri G. Lucas ve O. Winfrey gibi milyarderler yarattı). (iii) İçeriden bilgi almak (yatırım fonu milyarderi S. Cohen içeriden bilgi ticareti alanındaki uzmanlığı sayesinde “yüz milyonlarca dolar yasadışı kâr” elde etti). (iv) Politik güç (zenginler politikacılara cömert yardımlar, bağışlar yapıyor). (10)
İkincil bölüşüm: Devlet eliyle zenginleşme ya da yoksullaşma
Devlet bütçeleri ise sermaye sahipleri ve servet zenginlerinin lehine böyle bir yeniden (ikincil) bölüşümün aracı olarak kullanılıyor. Bu bağlamda izlenen vergi politikaları artan gelir ve servet eşitsizliğinin ana nedenlerinden biri.
Türkiye’de özellikle de neo-liberalizmin uygulanmaya başladığı 1980’li yıllardan itibaren sermayedarlar hem mutlak, hem de nispi vergi yükü anlamında, diğer sınıflara kıyasla vergi yükümlülüklerini ve ödemelerini hızla azalttılar ve yükü emekçi sınıfların üzerine bindirdiler.
Öyle ki toplanan vergilerin neredeyse yüzde 70’inin KDV ve ÖTV başta olmak üzere dolaylı vergilerden oluştuğu biliniyor. Bu vergilerin işsizinden, dar gelirlisine ve asgari ücretlisine olmak üzere neredeyse tamamı emekçiler tarafından ödeniyor. Bunların en önemli özelliği ise verginin yükünün düşük gelirli de çok daha fazla, yüksek gelirlide çok daha hafif hissedilmesi. Böylece dolaylı vergilerin bu kadar büyük ağırlıkta olması Türkiye’de gelir dağılımının bu denli bozuk olmasının (ikincil bölüşüm politikası aracılıyla) iki nedeninden birini oluşturuyor.
Bunun dışında ülkede ödenen gelir vergilerinin neredeyse yüzde 65’i de ücretliler tarafından ödeniyor. Bu vergiye, ödenen sosyal güvenlik katkı payları ve KDV de dâhil edildiğinde, Türkiye OECD ülkeleri içinde işçiler üzerindeki vergi yükünün en ağır olduğu ülkeler arasında yerini alıyor.
Şöyle ki; OECD genelinde bekâr bir işçi ücretinin yüzde 41,5’i oranında gelir vergisi, sosyal güvenlik katkı payı ve katma değer vergisi ödüyor. Türkiye’de ise bu oran yüzde 43. İşçi eğer evli ve iki çocuklu ise durum daha da farklılaşıyor. Mali yük OECD ortalamasında yüzde 26,4’e gerilerken, Türkiye’de yüzde 37’inin üzerinde kalıyor. Üstelik 2016 yılından bu yana bu yük OECD genelinde azalırken, Türkiye’de daha da artıyor. Bunun nedeni diğer ülkelerde işçi ailelerine yaygın bir vergi iadesi ve diğer devlet yardımları verilirken, Türkiye’deki işçilerin sadece asgari geçim indiriminden yararlanabilmesi ve devlet yardımlarının neredeyse hiç mevcut olmaması. (11)
Diğer taraftan son 40 yılda sermaye kesiminin üzerindeki verginin yükü giderek azaltıldı. Sermayedarlar asıl olarak kurumlar vergisi ve kâr dağıtımı söz konusu olduğunda gelir vergisi ödüyor. Türkiye’de resmi kurumlar vergisi oranı yüzde 22, dağıtılan kâr payının yarısı istisna tutulduktan sonra yüzde 40’a (bu yıldan itibaren) kadar gelir vergisi alınıyor. Ancak bunlar resmi oranlar, bunlardan muafiyet, istisna ve indirimler düşüldüğünde bu oranların efektif olarak ciddi biçimde azaldığı biliniyor. Bu konuda örnek olarak geçen yıl sadece bir inşaat şirketine 9,5 milyar liralık bir vergi indirimi teşviki verildiğini (12) ve bu yıl bu tür indirim ve muafiyet tutarlarının 230,1 milyar lira olacağını söylemek yeterli. (13)
Bu bağlamda, OECD ülkeleri içinde sermayenin ödediği vergilerin neden olduğu yükü kıyaslamalı olarak gösteren bir çalışmaya göre (14), Türkiye’de bu iki verginin entegrasyonu ile bulunan verginin yükü yüzde 37,6. Bu oranın işçilere uygulananın altında olduğu açık (kaldı ki işçilerin vergi yüküne ÖTV dâhil edilmiyor. Bu da katıldığında aradaki farkın daha da açılacağı kesin). Sermaye üzerindeki vergi yükünün OECD ortalaması ise yüzde 40,1. Yani Türkiye’deki oran OECD ortalamasının altında.
Resmi tamamlamak için bütçe ödeneklerinden asıl olarak kimlerin yararlandığına da bakmak lazım. Bu konuda da yukarıda sözü edilen şirkete aynı tarihlerde 21/b ihalesiyle 10 milyar liralık bir demiryolu yapım işinin verildiğini (15) hatırlatmakla yetinelim.
Bütçeyi halk için kullanmak mümkün
Kısaca bugünün süper zenginlerinin mevcut servetlerinin önemli bir kaynağı ödemeleri gereken verginin çok altında vergi ödemeleri. 1980’lerden itibaren ödedikleri vergilerin oranı azaldıkça bu kesimlerin milli gelirden aldıkları pay da hızla arttı.
Oysa bütçenin hem vergi, hem de harcama politikalarını halktan, emekten, halktan yana kullanarak eşitsizlikleri kısmen de olsa azaltabilmek mümkün.
Bir IMF çalışmasının vurguladığı gibi, uygun bir biçimde tasarlanmış maliye politikaları gelişkin ülkelerde vergi ve transferler öncesi gelir eşitsizliğinin üçte birini ortadan kaldırabiliyor (bunun yüzde 75’i de transfer harcamaları sayesinde gerçekleşiyor). Eğitim ve sağlığa yapılan harcamalar sosyal akışkanlığı artırdığından eşitsizlik azalıyor. Azgelişmiş ülkelerde ise maliye politikaları çok daha zayıf etkilere sahip zira vergi yapıları yeterince artan oranlı değil ve transfer harcamaları da halka yönelik değil. (16)
O halde yapılacak şey belli. Bir yandan ilk elden zengin-yoksul farklılığına yol açan emek sömürüsüne son verecek bir sınıf mücadelesini örgütlemek, diğer yandan bütçenin harcama ve özellikle de vergi politikalarına müdahale ederek, yani sermayeyi daha ağır vergilendirerek ve onlardan servet vergisi alarak mevcut eşitsizlikleri azaltmak.
Devam edecek…
Dipnotlar
- https://evonomics.com/why-billionaires-destroy-democracy-and-capitalism ( 26 November 2020).
- https://www.commondreams.org/news/2021/01/02/amid-warnings-surging-worldwide-poverty-planets-500-richest-people-added-18-trillion.
- The World Bank, “Global Action Urgently Needed to Halt Historic Threats to Poverty Reduction”, https://www.worldbank.org (7 October 2020).
- http://www.turkis.org.tr/ARALIK-2020-ACLIK-VE-YOKSULLUK-SINIRI (29 Aralık 2020).
- DİSK-AR, “Salgın günlerinde asgari ücret gerçeği araştırması”, http://disk.org.tr/2020/12.
- İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstanbul İstatistik Ofisi, “İstanbul’da Kent Yoksulluğu Araştırması, Mayıs 2020”, https://istatistik.istanbul/bulten (21 Mayıs 2020).
- https://www.gazeteduvar.com.tr kurtlerin-yuzde-632si-aclik-sinirinda-kadinlarin-yuzde-871i-issiz (7 Mart 2020).
- Derin Yoksulluk Ağı , “Pandemide Derin Yoksullukla Mücadele, Kasım 2020”, DYA-Pandemide-Derin-Yoksullukla-Mücadelederinyoksullukagi.org (13 Ocak 2021).
- Jayati Ghosh, Understanding Global Inequality in the 21st Century, http://www.networkideas.org (20 July 2019).
- https://evonomics.com/why-billionaires-destroy-democracy-and-capitalism ( 26 November 2020).
- OECD, Taxing Wages 2020, OECD Publishing, Paris, https://doi.org (May 2020).
- 9 Ekim 2020 Tarih ve 31269 Sayılı Resmi Gazete.
- 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ve Bağlı Cetveller.
- Elke Asen, “Integrated Tax Rates on Corporate Income in Europe”, https://taxfoundation.org (14 January 2021).
- https://twitter.com/cigdemtoker/status/1314479073310191617.
- Vitor Gaspar and Mercedes Garcia-Escribano, Inequality: Fiscal Policy Can Make the Difference, https://blogs.imf.org (11 October 2017).
Dizinin önceki yazıları;