“Bir Yanda Emeğini Satarak ve Kendi Hesabına Uğraşarak Hayatını İdame Ettirmeye Çalışanlar, Diğer Yanda İse Sermayedarlar Vardır”

özdoğan
özdoğan

Güç-Sen Başkanı Abdullah Özdoğan, ülkede yaşanan servet vergisi tartışmalarına ve bunun yansımalarına ilişkin açıklama yaptı:

Açıklama şöyle:

Boykot işine inanmıyorum. Daha doğrusu boykot kampanyasının emekçilerin mücadelesine bir şey katacağına inanmıyorum.  Ticaret Odasından bir yönetici çıkıp, sınıfsal çıkarları gereği söylemesi gerekeni söylemiştir. Bu kişiyi ahlaken yargılamak, vicdanen mahkum etmeye çalışmak, ekonomik açıdan ise  boykotla baskılamaya çalışmak bir yere kadar halkın algılarını açık tutabilir. Başka da bir işe yaramaz. Hatta bu mevzu uzarsa, şahsın “mağdur” olmaması için duyar kasanlar; kafası bulanıklar, marazi-melankolik solcular, “hepimiz aynıyız”cıları, “ezim ezim ezilmezsen emekçi değilsin”ciler, memur düşmanları, özetle bir bütün olarak servet vergisine  “ama” demeden destek veremeyenler bu duygusal dalgaya kapılıp giderler.

O yüzden duygusal motivasyonları bir kenara bırakalım, işimize bakalım..

Bu yaşananlardan ders çıkarması gereken ilk kesim kamu görevlileridir. İğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batıralım. Yıllardır uygulanan emek düşmanı politikalarla yoksullaşan halkın gözünde “ayrıcalıklı bir kesim” olarak yaftalandık. Yönetenler bu oyunu ustaca oynadılar ve aslan payını cebe indirenleri hep sakladılar. Saklamak bir yana servetlerine servet katmaları için ellerinden geleni yaptılar. Suçu ise hep bize attılar. Bu yaşananlar göstermiştir ki, bırakın kamu sendikalarını, tek başına bir kamu görevlisinin bile hak talep ederken yoksullaşan halkı hesaba katma zorululuğu vardır. Onun için sendikal mücadele stratejisini de bu bilinçle şekillendirmekten başka yolumuz yoktur.

Ders çıkarması gereken ikinci kesim ise günden güne yoksullaşan, güvancesiz, sendikasız ezilen özel sektör emekçileridir. Yaşadıkları sorunların kamu çalışanlarının “fazla hakları”ndan kaynaklandığı koca bir yalandır. Dahası, kamu çalışanlarından yapılacak kesintilerin ve hak budamalarının kendilerine hiçbir yararı olamayacağı gün gibi ortadadır. İster HP kesilsin, ister maaşlarımız, özel sektör emekçilerine kaynak yaratılmayacak. Bırakın kaynak yaratılmasını, kamu emekçilerinin hakları geriledikçe, patronları onlara, “istediğin imkanlar devlette bile yok, kusura bakma” deyerek sınırlı haklarını bile budayacaklardır.. çalışma saatleri artacak, evden de çalışmaya başlayacaklar, yatırımları reel maaş üzerinden değil asgari ücret üzerinden yapılacak ya da hiç yapılmayacak, izin-hastalık hakları sınırlanacak vs…

Üçüncü kesim ise küçük esnaftır. Yaşananlara “kayıtsız” kalıyormuş gibi duran bu insanların kaygılarını anlıyorum. Kendileriyle ekonomik ilişkisi olan  -toptan mal tedarik etme vs- ultra zenginlere karşı, kamu-özel çalışanları ile ortaklaşmayı göze alamıyorlar. Ama nesnel bir gerçeklik olarak halk dediğimiz şey, kendilerinin ve kamu-özel emekçilerinin de içinde yer aldığı kesimlerin toplamıdır. Ve çıkarları sermaye sınıfına karşı ortaktır. Ürkek de olsalar, sessiz de kalsalar kader birliği yapmak zorunda oldukları zümrelerin haklarının budanması, yoksullaşması onları da olumsuz etkileyecektir.

Sonuç olarak, bir yanda -statüsü ne olursa olsun- emeğini satarak ayın sonunu getirmeye çalışanlar ve kendi hesabına uğraşarak hayatını idame ettiremeye çalışanlar, yani halk; diğer yanda ise var olan zenginliğini çeşitli ekonomik faaliyetlerle büyütmeye çalışanlar, yani sermayedarlar vardır.

Ne ahlaki ne de vicdani olarak kimseyi suçlamaya gerek yok. Hiçbir iş insanını şeytanlaştırmaya ya da melek gibi göstermeye de gerek yok. Kimsenin iyi/kötü olması bizi ilgilendirmemeli. Çünkü ihtiyacımız olan adalettir. Toplumsal seferberlik istiyorsak her kesimin elini taşın altına koymasıdır. Yaşadığımız düzen bilimsel olarak toplumu kabaca ikiye bölmüştür. Herkes çıkarları gereği davranıyor. Daha iyi, daha güzel yaşamak isteyenler sınıfını bilsin, safa gelsin yeter!

#servetvergisihemenşimdi