Bu bir aşk hikayesi. Hikayeleşmeyi hak eden her aşk gibi biraraya gelememek, doyasıya dokunamamaküzerine… Öyle ya; Mecnun kavuşsaydı Leyla’sına ya da Romeo ile Juliet’in düşman aileleri barışsaydı çocukları hatırına, isimlerini bile bilmezdik bu aşıkların. İşte şimdilerde böyle dokuna(mama)klı bir aşkın acısı var yüreğimde.
Bir kez tanıyıp, tadına varınca vazgeçilemeyen derin bir sevgi bu. Kalp çarpıntısı, demek ki bir tutku.Kendini var etme, daha tam insan olma yolu. Ve her aşk gibi emekle kutsanan, insanı değişime zorlayan, anlık hazların büyüsü ile beraber umutlu bir geleceği de kurgulayan, öte yandan acı-tatlı sürprizlere, beklenmediklere her daim açık olan bir duygu… Zamanla kahkahalı ve gözyaşlı anılar, uykusuzluklar, ayrılıklar, özlemler, vuslatlar biriktiren, sadece sizinle onun arasında anlaşılabilen totemlere inandıran gerçek bir olgu.
Tiyatrodan bahsediyorum! Bugünlerde perdelerini açamayan, sokaklara çıkamayan, seyircisinin gözüne bakamayan, ışığıyla bizi aydınlatamayan tiyatroya duyduğum aşktan ve bu sanatın yasından…
Evlerimize kapandığımız ilk günlerde, yarım kalan provalar, sahnelenemeyen projeler, gidip görmeye heyecanlandığımız oyunlar için biraz üzülsek de dünyanın derdi bizimkinden daha büyüktü. Zaten biz de aynı dertten muzdarip, ne yapacağını bilemeyen, yalnız kalabalıklar içindeydik. Karantina günlerinde birbirimize mesafelendik ama sanata sarıldık hemen. Ne de olsa, karnını hala doyurabilenlerin ruhunu da doyurması gerekirdi. Arşivlerden eski gösteriler paylaşıldı; bu kabusun biteceği günler hayal edilerek metin okumalara zoomlardan devam edildi; yarına somut bir şeyle tutunabilmek için evlerde kostümler, aksesuarlar dikildi; sanatçı ya da sanatsever sorumluluğuyla umut veren, eleştiren, mizah içeren yazılar yazıldı. Bu sürece denk gelen 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde perdelerin açılamamasının hüznü, ev yapımı skeçlerin sosyal medya paylaşımlarıyla bastırılmaya çalışıldı. Ama tiyatro bu muydu, bu kadar mıydı? Tüm bunlar, oyuncular veya oyuncu-seyirci arasındaki kolektiviteyi canlı tutmaya yeter miydi? Doğası gereği biraradalığı gerektiren bu sanat, sosyal izolasyon koşullarında kılıktan kılığa girse de kendini gerçekten var edebilir miydi? Aşk, göz göze gelmeden, karşılıklı anlatıp dinlemeden, dokunmadan yaşanabilir miydi?
Peki ya, aşkıyla aşını kazanan tiyatro emekçileri… Ödenekli tiyatrolarda zaten güvencesiz çalışan, pek çoğu geçici veya sözleşmeli olan sanatçılar, tıpkı diğer emekçiler gibi ekmeğinin ve yarının derdine düşürülmeye başladılar bile. Özel tiyatrolar ise kim bilir ne zaman açabilecek kapılarını seyircilerine… Ve yeniden üretebilecekler mi aşklarıyla aşlarını? Yoksa kepenkleri indiren esnaf gibi düşünmek zorunda mı kalacaklar koronadan sonra var olmayı ya da olmamayı…
Kadim zamanların ritüellerinden doğan, haz ve acı arasında iki uçta gidip gelen tanrı Dionysos adına yapılan şenliklerde kendini bulan tiyatro, Antik Yunan’ın ihtişamını, Orta Çağ’ın karanlığını, kapitalizmin piyasalaştırmasını görüp geçirdi. Tarihboyunca nice savaşlara, salgın hastalıklara, baskılara direndi. Sinemaya, televizyona, sanal aleme rağmen gelişerek ayakta kaldı. Çünkü her an değişebilen canlı performansın, etkiye anında tepki alabilmenin veya verebilmenin büyüsüdür bu sanatın ruhu. Karşılıklı anlatıp dinlemektir, gözlerimizin ve ellerimizin buluşmasıdır tiyatronun özü. Uykusuz gecelerde, sancılı günlerde kolektif olarak üretilenin, vuslat anı geldiğinde ortak kalp çarpıntısına dönüşmesidir tutkuyu yaratan. Birbirini tanımayan bir salon ya da bir meydan dolusu insanın, dünyayı durdurup bir süreliğine duygudaş olmasıdır, birlikte gülmesi, ağlaması, öfkelenmesi, umutlanmasıdır bu aşkı insanla yoğuran. Ve her oyun sonrası ter, toz içinde kucaklaşmanın hazzıdır yaşamayana anlatılamayan.
Şimdiyse bu dokuna(mama)klı aşkın acısı, bir süreliğine de olsa ayrı düşmenin yası var yüreğimde.Bugüne sanal çareler üretsek de, yarına gerçek bir umut beslesek de, maskelerin ardına gizlemeden yaşamalı bu hüznü. Belki de suyun üzerinde kalmak için çırpınmayıp, bilinmezliğe sürüklenen insanlıkla birlikte akmalı bir süre; yeniyi doğurmak üzeretiyatro için de…
Nazen Şansal
Baraka Aktivisti