Günlük haber akışını yorumlamaya, anlamaya ve analiz etmeye çalışırken, kapitalizmin nasıl işlediğine dair iki farklı ama kesişen modelin arka planında neler olup bittiğini bulma eğilimindeyim. Birinci nokta; para değeri, kâr arayışıyla üretim, tüketim, dağıtım ve yeniden yatırım “anlarında” (Marx’ın dediği gibi) sermaye birikim ve dolaşımının iç çelişkilerinin haritalandırılmasıdır. Bu, sonsuz genişleme ve büyüme sarmalı olarak bir kapitalist ekonomi modelidir. Örneğin, jeopolitik rekabet, eşitsiz coğrafi gelişmeler, finansal kurumlar, devlet politikaları, sosyal ilişkiler ağı, teknolojik yapılandırmalar ve sürekli olarak değişen iş bölümüyle birlikte ayrıntılı bir şekilde karmaşıklaşıyor.
Bu modeli daha geniş bir toplumsal yeniden üretim bağlamında (evlerde ve topluluklarda), doğa ile devam eden ve sürekli gelişen metabolik bir ilişkide (kentleşmenin “ikinci doğası” ve insan ürünü çevre de dahil olmak üzere), insan topluluklarının tipik olarak mekan ve zamanda yarattığı kültürel, bilimsel (bilgiye dayalı), dini ve koşullu sosyal oluşumlara iliştirilmiş olarak tasavvur ediyorum. Bu ikinci “anlar”, insan isteklerinin, ihtiyaçlarının ve arzularının aktif ifadesini ve değişen kurumsal düzenlemelerin, siyasi tartışmaların, ideolojik çatışmaların, kayıpların, yenilgilerin, hayal kırıklıklarının arkaplanına karşı gelişen bilgi ve anlam arzusu ve gelişen doyum arayışını kapsıyor. Bunların hepsi, belirgin bir coğrafi, kültürel, sosyal ve politik çeşitliliğin olduğu bir dünyada gerçekleşti. Bu ikinci model, bir bakıma, küresel kapitalizmi farklı bir toplumsal formasyon olarak benim çalışma anlayışımı oluştururken, birincisi, içindeki bu toplumsal formasyonu tarihsel ve coğrafi evrimin belirli yolları boyunca güçlendiren ekonomik makine içindeki çelişkilerle ilgilidir.
Çöküş
Çin’de yayılmaya başlayan koronavirüsü ilk defa 26 Ocak 2020’de okuduğumda, hemen sermaye birikiminin küresel dinamikleri üzerindeki yan etkilerini düşündüm. Ekonomik model hakkındaki çalışmalarımdan, sermaye akışının sürekliliğindeki tıkanmaların ve kesintilerin devalüasyonlara yol açacağını ve devalüasyonların yaygınlaşıp derinleşmesi krizlerin başlangıcına işaret edeceğini biliyordum. Ayrıca Çin’in dünyanın ikinci büyük ekonomisi olduğunu ve 2007–8 sonrasında küresel kapitalizmi etkin bir şekilde kurtardığını çok iyi biliyordum, bu nedenle Çin ekonomisine herhangi bir darbe gelmesi, halihazırda zor durumda olan küresel bir ekonomi için ciddi sonuçlar doğuracaktı. Mevcut sermaye birikim modeli bana zaten sorun yaşıyor gibi görünüyordu. Bir çoğu mevcut ekonomik modelin nüfusun çoğunluğu yararlı olmadığı gerçeğine odaklanan protesto hareketleri Santiago’dan Beyrut’a neredeyse her yerde kendini gösteriyordu. Bu neoliberal model giderek hayali sermayeye ve para arzı ve borç oluşumunda büyük bir genişlemeye dayanıyor. Bu model, sermayenin üretebileceği değerleri gerçekleştirmek için yetersiz efektif talep sorunuyla karşı karşıya. Öyleyse baskın ekonomik model, zarar gören meşruiyeti ve kırılgan durumuyla, bir salgın haline gelebilecek şeyin kaçınılmaz etkilerini nasıl azaltır ve hayatta kalabilir? Cevap büyük ölçüde krizin ne kadar sürebileceğine ve yayıldığına bağlı. Çünkü Marx’ın belirttiği gibi emtialar satılamazsa değil, ancak zaman içerisinde satılamazlarsa devalüasyon gerçekleşir.
Uzun zamandır kültür, ekonomi ve günlük yaşamın dışında ve ayrı duran bir “doğa” fikrini reddettim. Doğa ile metabolik bağın daha diyalektik ve ilişkisel bir görüşüne sahibim. Sermaye, kendi yeniden üretiminin çevresel koşullarını değiştirir, fakat bunu istenmeyen sonuçlar (iklim değişikliği gibi) bağlamında ve sürekli olarak çevresel koşulları yeniden şekillendiren özerk ve bağımsız evrimsel güçlere karşı yapar. Bu açıdan, gerçekten doğal felaket diye bir şey yoktur. Virüsler sürekli değişiyor ancak bir mutasyonun hayatı tehdit edici hale gelip gelmeyeceği durumlar insan eylemlerine bağlıdır.
Bununla ilgili iki bakış açısı var. Birincisi, elverişli çevresel koşullar kuvvetli mutasyon olasılığını arttırır. Örneğin, nemli dönencealtı iklimlerde yoğun veya dengesiz gıda tedarik sistemlerinin bunu etkilemesini beklemek mantıklıdır. Bu tür sistemler, Çin’de Yangtse’nin güneyi ve Güneydoğu Asya da dahil olmak üzere birçok yerde bulunmaktadır. İkincisi, taşıyıcılar aracılığıyla aktarımı destekleyen koşullar oldukça çeşitlidir. Yüksek yoğunluklu insan popülasyonları kolay bir taşıyıcı hedefi gibi görünmektedir. Kızamık salgınlarının sadece daha büyük kentsel nüfus merkezlerinde geliştiği ancak seyrek nüfuslu bölgelerde hızla azaldığı iyi bilinmektedir. İnsanların birbirleriyle nasıl etkileştikleri, nasıl hareket ettikleri, kendilerini disipline etme tarzları veya ellerini yıkamayı unutmaları, hastalıkların nasıl bulaştığını etkiler. Son zamanlarda SARS, kuş ve domuz gribi Çin’den veya Güneydoğu Asya’dan gelmiş gibi görünüyor. Çin, geçtiğimiz yıl domuzların toplu olarak katledilmesini ve domuz fiyatlarının yükselmesini de beraberinde getiren domuz gribinden de ağır bir şekilde etkilendi. Bütün bunları Çin’i suçlamak için söylemiyorum. Viral mutasyon ve yayılma için çevresel risklerin yüksek olduğu başka birçok yer var. 1918’deki İspanyol gribi Kansas’tan gelmiş, Afrika HIV / AIDS’i kuluçkalamış ve kesinlikle Batı Nil ve Ebola’yı başlatmış olabilirken, dang humması Latin Amerika’da gelişiyor gibi görünüyor. Ancak virüsün yayılmasının ekonomik ve demografik etkileri, hegemonik ekonomik modelde önceden var olan zayıflıklara ve sorunlara bağlı. COVID-19’un, oradan çıkıp çıkmadığı bilinmese de, ilk olarak Wuhan’da bulunmasına şaşırmadım. Açıkçası yerel etkileri önemli ve buranın ciddi bir üretim merkezi olduğu düşünüldüğünde, büyüklüğü hakkında fikrim yoktu fakat bir takım küresel yansımaları olacaktı. Asıl soru, bulaşma ve yayılmanın nasıl meydana geleceği ve ne kadar süreceği (bir aşı bulunana kadar) idi. Daha önceki deneyimler, küreselleşmenin artmasının dezavantajlarından birinin, yeni hastalıkların uluslararası ölçekte hızlıca yayılımını durdurmanın ne kadar zor olduğunu gösterdi. Neredeyse herkesin seyahat ettiği ve insanların birbiriyle çok bağlantılı olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Potansiyel yayılma için insan ağları geniş ve açık. Fakat ekonomik ve demografik tehlike, bu durumun bir yıl veya daha fazla sürmesiydi.
İlk haber geldiğinde küresel borsalarda ani bir düşüş yaşanırken, piyasaların yeni yükselişler yaşaması şaşırtıcı bir şekilde bir ay veya biraz daha fazla sürdü. Haberler, Çin dışında her yerde çalışma hayatının normal seyrinde devam ettiğini gösteriyor gibi görünüyordu. Yüksek ölüm oranına sahip olmasına ve finansal piyasalarda gereksiz bir panik yaratmasına rağmen, oldukça hızlı bir şekilde kontrol altına alınan ve düşük küresel etkiye sahip olan bir SARS tekrarını deneyimleyeceğimiz kanaati vardı. COVID-19 ortaya çıktığında, yaygın kanı, bunu bir SARS tekrarı olarak tasvir etmek ve paniği önlemekti. Salgının Çin’de ortaya çıkıp şiddetlenmesi ve müdahalenin çabuk ve acımasızca yapılması, dünyanın geri kalanını hatalı bir şekilde sorunun “orada” olduğuna inandırdı ve dünyanın belirli noktalarında görelin Çinli karşıtı bazı ırkçı saldırılar dışında önemsenmedi. Virüsün Çin’in başarılı büyüme hikayesine vurduğu darbe, Trump yönetiminin bazı çevrelerinde keyifle karşılandı.
Bununla beraber, Wuhan’dan geçen küresel üretim zincirlerindeki kesintilere dair hikayeler duyulmaya başlandı. Bunlar büyük ölçüde göz ardı edildi veya belirli ürün grupları veya şirketler in (Apple gibi) sorunuymuş gibi ele alındı. Devalüasyonlar sistemik değil, yerel ve özeldi. Her ne kadar McDonald’s ve Starbucks gibi Çin iç pazarında büyük operasyonları olan şirketler bir süre orada kapılarını kapatmak zorunda kalsa da, tüketici talebindeki düşüş belirtileri de en aza indirildi. Çin Yeni Yılı’nın, virüsün patlak verişyle denk gelmesi, etkileri görünürlüğünü Ocak ayı boyunca engelledi. Bu durum ise hatalı bir şekilde rahatlamaya neden oldu.
Virüsün uluslararası yayılımına ilişkin ilk haberler, Güney Kore ve İran gibi birkaç diğer sıcak noktadaki ciddi bir salgının yanı sıra nadiren görülüyordu. İlk şiddetli tepkiyi başlatan İtalyan salgınıydı. Şubat ortalarında başlayan borsa çöküşü bir miktar dalgalandı ancak Mart ortalarında dünya genelinde borsalarda neredeyse yüzde 30’luk net bir devalüasyona yol açtı.
Enfeksiyonların katlanarak artması genellikle tutarsız ve bazen panik halinde tepkilere neden oldu. Başkan Trump, yaklaşan potansiyel hastalık ve ölüm dalgası karşısında Kral Knud [1] gibi davrandı ve müdahalelerin bazıları tuhaftı. Örneğin, FED’in virüs karşısında faiz oranlarını düşürmesi garip karşılandı. Bu hareketin virüsün ilerlemesini engellemek yerine piyasa etkilerini hafifletmek anlamına yapıldığı anlaşılsa bile garip görünüyordu.
Kamu yetkilileri ve sağlık sistemleri hemen hemen her yerde hazırlıksız yakalandı. Önceki SARS ve Ebola salgınları ne yapılması gerektiğine dair önemli dersler ve uyarılar bırakmış olmasına rağmen, Kuzey ve Güney Amerika ve Avrupa’daki kırk yıllık neoliberalizm, halkı böyle bir sağlık krizine karşı korunmasız ve hazırlıksız bıraktı. Sözde “uygar” dünyanın birçok yerinde, bu tür halk sağlığı ve güvenliği acil durumlarında her zaman savunmanın ön cephesini oluşturan yerel yönetimler ve bölgesel / devlet kurumları, şirketlere ve zenginlere vergi indirimleri ve sübvansiyonlar sağlamak için uygulanan kemer sıkma uygulamaları yüzünden gerekli bütçeleri bulamadı.
Korporatist [2] Büyük İlaç Firmaları, bulaşıcı hastalıklar için (1960’lardan beri bilinen tüm koronavirüs sınıfı virüsler gibi) kâr getirisi olmayan araştırmalara çok az ilgi duyuyor veya hiç ilgisi yok. Bu şirketler nadiren önleyici tedbirlere yatırım yapar. Bir halk sağlığı krizine hazırlıklı olmak onların çıkarına değil. Onlar tedavi bulmayı sever. Ne kadar çok hasta olursa o kadar kazanırlar. Önleyici tedaviler hisse senedi değerine katkıda bulunmaz. Halk sağlığı hizmetine uygulanan iş modeli, acil bir durumda ihtiyaç duyulacak fazla kapasiteleri de ortadan kaldırdı. Önleyici tedbirler, kamu-özel sektör ortaklıkları gerektiren çekici bir sektör bile değildi. Başkan Trump, Hastalık Kontrol Merkezleri’nin bütçesini kesti ve iklim değişikliği de dahil olmak üzere tüm araştırma fonlarını kestiği için Milli Güvenlik Konseyi’nde salgın çalışma grubunu dağıttı. Bu konuda antropomorfik ve mecazi olmak istersem, COVID-19’un 40 yıldan fazladır süren şiddetli ve düzensiz neoliberal yağmacılığa [3] karşı doğanın bir intikamı olduğu sonucuna varabilirim.
İran bu durumla ters düşebilir fakat belki de Çin, Güney Kore, Tayvan ve Singapur gibi en az neoliberal olan ülkelerin salgını İtalya’dan daha iyi yönetmeleri bir bulgudur. Çin’in SARS ile mücadeleyi kötü yönettiğine dair bir çok kanıt olmasına rağmen, bu defa Başkan Xi’nin çabalarıyla, tıpkı Güney Kore’de olduğu gibi hem raporlama hem de testlerde şeffaflık sağlandı. Buna rağmen, oldukça değerli olan zaman Çin’de iyi kullanılamadı. Sadece birkaç gün bile fark yaratmaya yeterdi. Bununla birlikte, Çin’de asıl dikkat çeken şey, salgının Wuhan ve Hubei ile sınırlandırılabilmesiydi. Salgın Pekin’e, Batı’ya ya da daha da güneye ulaşmadı. Virüsü coğrafi olarak sınırlamak için alınan önlemler katıydı. Siyasi, ekonomik ve kültürel nedenlerden dolayı bu uygulamaları başka yerlerde gerçekleştirmek neredeyse imkansız. Çin’den gelen haberler, uygulamaların ve politikaların yardımseverlik dışında bir şey olduğunu gösteriyor. Dahası, Çin ve Singapur kişisel denetleme mekanizmalarını istilacı ve otoriter seviyelere çıkardı. Ancak bu uygulamaların toplamda etkili olduğu görülüyor ve bunlar birkaç gün önce uygulanmış olsaydı birçok ölümün önlenebileceğini gösteren yaklaşımlar var. Önemli bir bilgi: herhangi bir üstel büyüme sürecinde, yükselen kütlenin tamamen kontrolden çıktığı bir bükülme noktası vardır (kütlenin orana göre önemini vurgulamak gerekir). Trump’ın bu kadar çok zaman boyunca oyalanması bir çok insanın hayatına mâl olabilir.
Ekonomik etkiler şimdi hem Çin’de hem de ötesinde kontrolden çıkıyor. Şirketlerin ve bazı sektörlerin tedarik zincirleri üzerinde yaşanan aksaklıklar, aslında düşünüldüğünden daha sistematik ve önemli hale geldi. Uzun vadeli etki, istihdam için önemli etkileri olan emek-yoğunluklu üretim biçimlerine odaklanırken yapay zeka üretim sistemlerine daha fazla güvenerek tedarik zincirlerini azaltmak veya çeşitlendirmek olabilir. Üretim zincirlerinin krizi, işçilerin işten çıkarılmasını veya izne ayrılmasını gerektirirken, hammaddelere olan talep üretken tüketimi azaltır. Talep tarafındaki bu etkiler kendi başlarına en azından hafif bir durgunluk yaratacaktır.
Ancak en sıkıntılı noktalar bunlar değil. 2007–8 sonrasında artan tüketim şekilleri yıkıcı sonuçlar doğurdu. Bu tüketim şekilleri, tüketim devir süresini mümkün olduğunca sıfıra indirmeye dayanıyordu. Bu tür tüketicilik biçimlerine yapılan yatırımlar, mümkün olan en kısa getiri süresine sahip tüketim biçimleri ve katlanarak artan sermaye hacminin maksimum kullanımıyla ilgiliydi. Yani özetle, yatırımların anında geri dönmesi gerekliliği vardı. Uluslararası turizm önemliydi. 2010-2018 yılları arasında uluslararası ziyaret sayısı 800 milyondan 1,4 milyara çıktı. Bu anlık tüketim biçimi, havaalanları ve havayolları, oteller ve restoranlar, tema parkları ve kültürel etkinlikler vb. için büyük altyapı yatırımları gerektiriyordu. Fakat bu sermaye birikim modeli artık öldü: havayolları iflasa yakın, oteller boş ve konaklama endüstrilerinde toplu işsizlik yakın. Dışarıda yemek iyi bir fikir değil ve birçok yerde restoranlar ve barlar kapatıldı. Siparişi eve söylemek bile tehlikeli görünüyor. Esnek ekonomideki veya diğer güvencesiz çalışma biçimlerindeki geniş işçi ordusu, görünür bir destek olmaksızın işten çıkarılıyor. Kültürel festivaller, futbol ve basketbol turnuvaları, konserler, iş ve profesyonel sözleşmeler ve hatta seçimlerle ilgili siyasi toplantılar gibi etkinlikler iptal ediliyor. Tecrübe merkezli tüketimciliğin bu “etkinlik temelli” biçimleri kapatıldı. Yerel yönetimlerin gelirleri azaldı. Üniversiteler ve okullar kapanıyor.
Çağdaş kapitalist tüketim tarzının en ileri modelinin büyük kısmı mevcut koşullar altında geçersiz. André Gorz’in “dengeleyici tüketimcilik” (yabancılaşmış işçilerin ruhlarını tropik bir plajda paket tatil yoluyla kurtarması) olarak tanımladığı tarz zarar gördü. Ancak modern kapitalist ekonomilerin yüzde 70’i hatta 80’i tüketimcilikle devamlılığını sağlıyor. Tüketici güveni ve duyarlılığı son kırk yılda etkili talebin harekete geçirilmesinin merkezi haline gelirken sermaye de artan bir şekilde talep ve ihtiyaç odaklı hale geldi. Ekonomiye güç veren bu kaynak, Atlantik ötesi uçuşları bir kaç hafta boyunca etkileyen İzlanda volkanik patlaması dışında sert dalgalanmalara maruz kalmadı. Ancak COVID-19, vahşi bir dalgalanmayı değil, en varlıklı ülkelerde egemen olan tüketim biçiminin kalbinde büyük bir çöküşün temelini oluşturuyor. Sonsuz sermaye birikiminin sarmal şekli, dünyanın bir bölümünden diğerine içe doğru çöküyor. Onu kurtarabilecek tek şey, hükümet tarafından finanse edilen ve yoktan var olması gereken kitlesel tüketiciliktir. Bu, örneğin sosyalizm olarak adlandırılmadan ABD’deki ekonominin tamamının kamulaştırılmasını gerektirecektir.
Ön Saflar
Bulaşıcı hastalıkların sınıf veya diğer sosyal sınırları – engelleri tanımadığı gibi kullanışlı bir efsane var. Benzeri birçok tabirde olduğu gibi, bunda da bir gerçeklik payı var. On dokuzuncu yüzyılın kolera salgınında sınıfsal ayrımların ortadan kalkması, günümüze kadar uzanan bir kamu sağlığı ve sağlık hareketinin (sonradan profesyonelleşen) doğmasına yol açacak kadar tesirliydi. Bu hareketin herkesi mi yoksa sadece üst sınıfları korumak için mi tasarlanıp tasarlanmadığı belirsiz. Ancak bugün, farklılık gösteren sınıfsal ve toplumsal etkiler başka bir hikaye anlatıyor. Ekonomik ve toplumsal etkiler, her yerde görünür olan geleneksel ayrımlardan geçerek ayrışıyor. Başlangıç olarak, hastalanan kişiler arttıkça onlarla ilgilenmesi beklenen işgücü, dünyanın bir çok yerinde cinsiyetlerine, ırklarına ve etnik kökenlerine göre ayrılır. Havaalanları ve diğer lojistik sektörlerinde bulunan sınıf temelli işgücü de böyledir.
Bu “yeni işçi sınıfı” ön plandadır ve iş aracılığıyla virüse temas riski en yüksek olmanın veya yine virüs nedeniyle uygulanan ekonomik kemer sıkma politikaları yüzünden işini kaybetmenin getireceği sorumluluğu taşımaktadır. Örneğin, kimin evde çalışabileceği ve kimin çalışamayacağı sorunu vardır. Bu, temas veya enfeksiyon durumunda kimin kendilerini (ücretli veya ücretsiz) izole veya karantinaya alabileceği sorusu gibi toplumsal ayrımı şiddetlendirir. Nikaragua (1973) ve Mexico City (1995) depremlerine “sınıfsal depremler” demeyi öğrendiğim şekilde COVID-19’un ilerlemesi bir sınıfsal, cinsiyetçi ve ırkçı salgının tüm özelliklerini sergiliyor. Salgını önleme çabaları “hepimiz bu işte birlikteyiz” söyleminde gizlenirken, uygulamalar, özellikle ulusal hükümetler adına, daha kötü niyetli ilerliyor. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki modern işçi sınıfı (ağırlıklı olarak Afroamerikalılar, Latin Amerika kökenliler ve ücretli çalışan kadınlardan oluşuyor), tedarik ve bakım sektörünün temel noktalarını (marketler gibi) açık tutmak adına hastalığa maruz kalmak veya sağlık hizmetlerinden yoksun bırakıldıkları bir işsizlik seçimiyle karşı karşıya. Benim gibi maaşlı personeller ise evden çalışır ve CEO’ları özel jetleri ve helikopterleriyle uçmadan önce maaşlarını alırlar.
Dünyanın birçok yerinde işgücü, uzun zamandır iyi neoliberal özneler olarak davranmak üzere toplumsallaşmıştır. İyi neoliberal özneler demek, yanlış giden herhangi bir şey için suçu kendinde aramak fakat kapitalizmin sorun olduğunu düşünmemek anlamına geliyor. Fakat bu özneler dahi salgına karşı alınan önlemlerde yanlış bir şey olduğunu görebilir. Asıl soru şu: bu salgın ne kadar sürecek? Bir yıldan fazla sürebilir ve ne kadar uzun sürerse devalüasyon o kadar fazla olur. Neoliberalizmin özüne aykırı olan büyük devlet müdahalelerin yokluğunda, işsizlik düzeyleri 1930’lardakiyle karşılaştırılabilir seviyelere yükselecektir. Bu durumun hem ekonomi hem de günlük sosyal yaşam için bir çok şeye neden oluyor. Fakat hepsi kötü değil. Günümüzdeki tüketimciliğin aşırı derecede artmış olması, Marx’ın dediği gibi “Aşırı tüketim ve çılgın tüketim, tüm sistemin çöküşüne işaret ediyor. Bu aşırı tüketimin pervasızlığı çevresel bozunmada önemli bir rol oynadı. Havayollarının uçuşları iptali, ulaşım ve hareketin radikal bir şekilde durdurulması, sera gazı emisyonları açısından olumlu sonuçlar doğurdu. Wuhan’daki hava kalitesi, ABD’deki birçok şehirde olduğu gibi iyileşti. Ekoturizm merkezleri toparlanmak için zamana sahip.
Kuğular Venedik kanallarına geri döndü. Pervasız ve anlamsız aşırı tüketim dürtüsü engellendikçe, bazı uzun vadeli faydaları olabilir. Everest Dağı’nda daha az kişinin ölmesi iyi bir şey olabilir. Kimse bunu dillendirmese dahi, virüsün demografik eğilimi, sosyal güvenlik harcamaları ve “bakım endüstrisinin” geleceğine dair uzun vadeli etkilerle birlikte yaş piramitlerini etkileyebilir. Günlük yaşam yavaşlayacak ve bazı insanlar için bu bir nimet olabilir. Sosyal mesafelendirmede önerilen kurallar, eğer acil durum yeterince uzun sürerse kültürel değişimlere yol açabilir. Bu durumdan neredeyse kesinlikle fayda sağlayacak tek tüketicilik biçimi, “binge watchers”a hitap eden [4] “Netflix” ekonomisi olarak adlandırdığım şeydir. Ekonomi kanadında müdahaleler 2007-2008 krizindekilere benzer durumda. O dönem, Çin’deki altyapı yatırımına ağırlık vererek üretken tüketimteki ciddi bir artışla birlikte bankaların kurtarılmasına dayanan aşırı gevşek bir para politikası gerektirdi. İkincisi gerekli ölçekte tekrarlanamaz. 2008 yılında hazırlanan kurtarma paketleri bankalara odaklanmış ancak General Motors’un fiilen kamulaştırılmasını gerektirdi. İşçilerin memnuniyetsizlikleri ve çökmekte olan piyasa talebi karşısında, Detroit’deki üç büyük otomobil şirketinin en azından geçici olarak kapanması dikkat çekici.
Çin 2007-2008’deki rolünü yeniden oynayamazsa, o zaman mevcut ekonomik krizden kurtulmanın yükü ABD’nin omuzlarında kalacak. Asıl ironi, ekonomik ve politik olarak işe yarayacak uygulamalar, Bernie Sanders’ın önerebileceği her şeyden daha sosyalist ve muhtemelen Donald Trump’ın himayesinde “Amerikayı Yeniden Harika Yapmak” maskesi altında uygulanması gerekecek.
2008’deki kurtarma paketine bu kadar içtenlikle karşı çıkan tüm Cumhuriyetçilerin ya tükürdüğünü yalaması ya da Donald Trump’a meydan okuması gerekecek. Eğer Donald Trump yeterince uyanıksa, seçimleri acil durum bahanesiyle iptal edecek ve sermayeyi ve dünyayı “isyan ve devrimden” kurtarmak için emperyal bir başkanlığın temellerini ilan edecek.
Çevirenin notları
[1] Burada kastedilen şey, 12. yy’da yaşamış Kral Knut’un yaklaşan dalgalar karşısında kontrolü kaybetmesi gibi, Donald Trump’ın da koronavirüs krizinde yaklaşan sağlık krizini yönetememesi.
[2] Amerika Birleşik Devletleri’nde Big Pharma olarak bilinen büyük ilaç şirketlerinin hükümetve politika yapıcılar üzerindeki etkilerini vurgulamak için corporatist kavramı kullanılıyor.
[3] Metnin orijinalinde geçen extractivism kavramı, doğal kaynakların kâr hırsıyla küresel pazarlarda satılması anlamına geliyor.
[4] Bir televizyon dizisinin, filminin ya da programının bölümlerini art arda izleyenkişilere söyleniyor.
*
Bu yazının orijinali 20 Mart 2020 tarihinde Jacobin dergisinde yayınlanmıştır.
Çeviren: Kubilay Cenk @kckarakas