Başka Bir Kentleşme Mümkün – Mustafa Batak

Kentlerin oluşumu
Tarih boyunca insanlar birlikte yaşayabilmek, yerleşik hayata geçip barınma ve diğer ihtiyaçlarını karşılayabilmek için göç etmişlerdir. Korunma, doğal afetler, kuraklık, savaşlar ve ekonomik nedenler, yaşanan göçlere sebep olsa da bu sebeplerin ortak noktalarından bir tanesi de birlikte bir hayat kurma çabasıydı. Esas olandan yani yaşanmışlıklardan tarihsel arka plana bakacak olursak, insanlığın birlikte yaşama çabasıyla bir araya geldiği ve o çaba ile yerleşkeler kurup zamanla bunu büyüterek kent haline getirdiği görülecektir.
Büyüyen sadece hacim değildi
Kurulan kentler ilk başlarda insanların ihtiyaçlarına hizmet eder noktadaydı. Çünkü yerleşke düzeninden kent haline geçiş sırasında insanların ve hatta tüm canlıların birlikte yaşayabileceği bir anlayış hâkimdi. Ancak zaman içerisinde bu anlayış değişti. Yaşanan savaşlar ve bununla paralel gerçekleşen göçler ile özellikle Sanayi Devrimi sonrası kurulan fabrikalara tesis ihtiyacı doğdu. Süratle inşa edilen bu tesislerle kentler düzensiz bir hal aldı ve yaşanılabilir hacimlerden çok uzaklaştı. Aynı zamanda teknik ve mekanik alt yapı ile atık sorunu meydana geldi. Bunun tarihteki en somut örneği İspanya’nın Barselona kentinde yaşandı. 1850’li yıllarda kent felaketin eşiğine gelmişti. Ortaçağ’dan kalma surlarla çevrili olan kentin; işlek bir limanı ve sanayi devrimi sonrası hızla endüstrileşmeye doğru giden bir yapısı vardı. Kontrolsüz biçimde açılan fabrikalar ile artan nüfus, kent sokaklarını bir metrelik genişliğe kadar düşürmüş ve haliyle şehirde nefes almak dahi hayli zorlaşmıştı. 190 bin kişinin sıkışıp kaldığı bu kentte kapıda bekleyen hastalık baş göstermiş ve ölümler başlamıştı. Bu sıralarda modern zamanların ilk şehir plancısı olarak kabul edilen Ildefons Cerdà isimli mühendis ortaya çıkarak, elde bulunan veriler ışığında kenti, işçilerin, halkın ihtiyaçlarına yönelik yeniden düzenlemeyi kafasına koymuş ve buna surları yıkarak başlamıştı. İnsanların nefes almasını sağlayan bu yıkımın ardından geliştirdiği ‘ızgara’ plan sayesinde şehrin alanını yaklaşık dört kat artırarak mevcut nüfusun ihtiyaçlarına göre çarşılar, okullar, hastaneler ile birlikte, yeşil alan, temiz hava ve güneşten faydalanılabilecek bir ortam yaratmıştı.
O yıllarda Avrupa’da çığır açan bu planlama sayesinde birçok kent gelişir ve geçen zaman içerisinde şehir plancılığı bilim olarak kabul edilir. Ancak tüm bunlara rağmen Sanayi Devrimiyle paralel gelişen kapitalizm kentleri esir almaya devam eder ve sürdürülebilir bir kent yapısından çok kendi “kalkınma” planına göre hareket eder. Bu sayede de kentlerde, yerleşim, alt yapı, büyüme biçimi ve yönü bakımından sorun hiç bitmez. Aksine artarak günümüze kadar devam eder. Tarih boyunca kentlerin düzensizliğinden nemalanıp, ortaya çıkardıkları tahribatın onarımına da dahil olup kazanç elde eden sermaye kesimleri artık kendisini metropol olarak anılan kentlerde teknolojik kentlerle (Tekno-kent) var ediyor.


Tekno-kent değil eko-tek
Dünyada üzerinde yapısı ve doğal güzellikleriyle örnek gösterilen kentlere San Francisco, Austin, Londra, Toronto, Amsterdam ve Berlin gibi birçok tekno-kent de eklendi. Teknolojik alt yapıya sahip bu ülkelerde insanlar teknolojik alt yapının nimetlerinden faydalanabiliyor. Ancak bu nimetler “akıllı şehir” illüzyonuyla yapılan milyon dolarlık yatırımlara rağmen oldukça sınırlıdır. Çünkü kentlerin gelişimiyle kapitalizmin arzuladığı şekilde ilerliyor ve bu da tüm canlıları içine alan ekolojik anlayışa paralel geliştirilen ekolojik teknolojinin (eko-tek) önünü tıkıyor. Son dönemde sermaye grupları bir araya gelerek kentlerin düzensizliğinden oluşan trafik, ulaşım, alt yapı, yeşillendirme, çöp, su ve atık gibi sorunlarını tekno-kentlerle çözmeyi pazarlıyor. Yukarıda da ifade edildiği gibi; düzensiz ve plansız kentlerin oluşumunda yer alan aktörler, yine çözüm için kapıyı çalıyor. Kent adına düzensiz ve plansız biçimde olsa da kendi adına gayet düzenli ve planlı hareket ederek, kent biliminden yoksun bir şekilde, akıllı sağlık hizmetleri, akıllı tarım, akıllı ulaşım, akıllı enerji ile hizmetlerin verimliliği gibi kökten çözüm getirecek önemli hususları göz ardı ediyor. Teknolojinin imkanlarından bütünlüklü bir şekilde bahsetmek yerine daha çok ısıtma, soğutma, trafik, yol durumu, acil durumlarda ulaşım kolaylığı gibi genel ve günlük sorunlar öne çıkartılıyor. Dahası kamusal kaynakların kullanımının asgari seviyelere düşürülmesi, sürdürülebilir bir anlayışla kentlerin tasarlanması, turistlere ve halka yönelik yol güzergâhının planlanması, acil durumlara, güvenlik, yangın ve felaketlere karşı kentin korumasını esas alıp, sadece insanları değil tüm canlıları içine alan bir anlayışla bu yapıyı kurmaktan söz edilmiyor. Bununla da kalmayıp, ekoloji ve teknoloji kavramlarını birbirine zıt gösterip; ekolojinin “uygar” kent anlayışının dışında olduğunu ve doğal ortamı temsil ettiği için teknolojinin yapay ortamında yer alamayacağı savını geliştiriyorlar. Buna sebep olan salt eko-köy ya da eko-kent gibi ezberler de vardır elbette. Bu köylerde teknoloji ve enerji kullanımı oldukça sınırlıdır. Ancak bu eko-tek kavramının dışlanarak tekno-kentlerin; yani sadece insanı içine alıp bir takım otomasyon sistemleri ile makyajlanarak pazarlanmasına gerekçe değildir. Çünkü dünyada eko-tek kavramını geliştiren ve tüm ihtiyaç ve disiplinleriyle hayata geçirebilen ülkeler de vardır.
Eko-tek şehirler
Eko-tek kentler şimdilerde rol modeldir ve küçük ölçekli kentlerde denenmektedir. Bu model sürdürülebilirliği ve ekosistemin ihtiyaçlarını gözeten anlayışla hareket ederek, mekânsal ve kentsel ihtiyaçları bir arada kullanmayı hedeflemektedir. Eko-tek şehirler, sürdürülebilir, yeşil eko-kent ile yüksek teknolojili barınma/çalışma mekânlarından oluşan tekno-kent gibi iki yeni olgunun birleşimidir. Bunu sahiplenen ve projelendirip kuran (ya da kurmaya çalışan) kentler de vardır. Kanada’da Milton, Yeni Zelanda’da Waitakere, Finlandiya’da isminden de anlaşılacağı gibi Eco-Viikki ve ABD’den bağımsız bir kent olarak kurulan Arcosantibu örneklerden sadece bazılarıdır.
Kıbrıs’ta eko-tek
Yaşadığımız çağın gerisinde kalan bir anlayışla yaşam kavgası verdiğimiz bu ada yarısında, öyle bir noktaya geldik ki, yolların, temiz su, yağmur suyu ishale hatlarının ve kanalizasyon bağlantılarının bilimsel yöntemlerle bakım onarımının yapılması yüzümüzü güldürecek yegâne tadilat olacak. Ancak unutmamalıyız ki eko-tek örneğini sahiplenen kentlerin tamamı küçük ölçeklidir. Oralara da bu anlayış gökten zembille inmemiştir. Hayatı, doğayı kısaca tüm canlıları seven, geleceğine ve yaşadığı kara parçasına sahip çıkmak isteyen herkesin; bir yanda yolda açılan çukura tepki gösterirken, diğer yanda bu hayali gerçekleştirmesi gerekmektedir. Umut etmek ve istemekle, başka bir anlayış yerleştirmekle ancak başka bir kenti mümkün kılarız.

NOT: Bu yazı Argasdi’nin 56. Sayısında yayımlanmıştır.  

Mustafa Batak

Baraka Aktivisti

NOT: Bu yazı Argasdi’nin 56. Sayısında yayımlanmıştır.