“Her şeyin başı sağlık”
“sağlık olsun da gerisi yalan”…
Bazen bir şeyler istediğimiz gibi gitmediğinde söylediğimiz teselli cümleleridir bunlar. Bazen de sağlık tehlikeye girmiştir,başka bir gailemiz olmadığını anlatmak için başvururuz bu cümlelere.
Her iki türlü de ne kadar doğrudur aslında…
Bütün mücadele yaşamak için verilmiyor mu sonuçta? En güzel idealler, en imkansız ütopyalar, insanca ve onurlu yaşamayı hedeflemiyor mu günün sonunda?
Sağlık da yaşamın en temel unsuru olduğuna göre, evet, her şeyin başı o’dur… sağlık!
Ve günün sonunda hayat o kadar kısa, sağlık o kadar kırılgan, yaşamak o kadar pamuk ipliğine bağlı ki… Bir an başka her şeyi boşveresi geliyor insanın. Gencecik insanlar, karşı şeritten üzerlerine uçan bir arabanın altında bir dakikada can verirken, memleketteki diğer sorunlar ne kadar ciddi olabilirki? Her dört aileden birinde kanser vakasına rastlanırken, Suat Günsel’in, Emrullah Turanlı’nın devlete (halka) olanborçlarını ödememesini kim neden kafaya taksın ki?
Çevremden de çok fazla duyuyorum bunu;
“hayat kısa, ben takmıyorum, sen de takma’’
“yeteri kadar sıkıntımız yok mu? İnsan kafasını dağıtmalı’’
“İnsan keyif aldığı şeylerle ilgilenmeli’’
Falan filan…
Tabii ki insan vaktini keyif aldığı şeylere ayırmalı, kafasını da kendini huzursuz etmeyen meselelerle yormalı. Zaman zamanhak veriyor, zaman zaman ben de böyle hissediyorum. Hükümetlerin sermayeye kıyak üstüne kıyak geçmesiymiş, yok efendim çalışanlarının yatırımlarını yapmayan iş insanının borçları affedilmiş, ülkeye giren çıkan belli değilmiş, yol güvenliği yokmuş vs… Boşver yahu! diyorum…
Sonra yolum hastaneye düşüyor yine…
Her şeyin başı dediğimiz sağlığın peşinde, şifa arayan insanların arasında buluyorum kendimi. Eğer yaz mevsimi ise klimalar bozulduğunda şifa arayanların sıcaktan kavrulduğu, eğer kış ise yağmur suyunun bastığı devlet hastanesindeyim yine. 4 kişilik işi bir kişi yapıyor diye, saatlerce sıra bekliyor, oradan oraya koşuşturuyor insanlar. Onlara hizmet verenler, aslında ne güzel bir şey yapıyorlar ama, onlar da mutsuz, bezmiş ve sıkıntılı. Sıkıntıyı biraz bile yansıtsalar, yani biraz surat assalar, hasta ve yakınları zaten gergin olduğundanhemen sorun yaşanıyor. Kalp ameliyatı geçirmiş ve günlerce enfeksiyon riskine karşı korunması gereken hastalar, başka hastalarla aynı odada kalıyorlar. Ayakta duracak hali olmayan hastalar tekerlekli sandalye bulamayıp yürüyor. Bekleyecek hali olmayanlar, ameliyathaneye, tomografiye vs gitmek için koca hastane içinde koşuşturan 1-2 tane emekçinin diğer binada işini bitirip geri dönmesini bekliyor. Daha fazla kişi istihdam edilmiyor, kapasite artırılmıyor, hükümetler sağlığa yatırım yapmıyor!
Kritik bir sağlık meselesiyle uğraştığımız bu koşullarda, daha fazla sürünmeyelim diye özel hastanenin yolunu tutarken, her şeyin başının sağlık olduğu bu hayatta, devlet hastanesine mecbur olanlar geliyor aklıma. Bir de borçları silinen, silinmeyen borçları içinse ‘Ödemem’’ diyen o hastane sahibi insana kafayı takmadan edemiyorum.
“Sürünmemizin amacı, onun para kazanması” diye iç geçiriyorum…
Sonra akşam oluyor, yollara düşüyorum…
Lefkoşa’dan Girne’ye gidiyorum. Önümü görmeden, karanlıkta yol alıyorum. Ya önüme aniden biri atılırsa, ya çarparsam diye düşünüyorum. Polis hemen olay yerine gelir, basına ‘Sürücü dikkatsizce seyrettiği sırada…’ diye rapor gönderir. Oysa ‘Ne üst geçit ne de aydınlatma bulunmayan yolda…’ demeyecektir raporunda… O yüzden hemen dikkatlice seyretmeye başlıyorum karanlıkta. Ciglosa kadar seke seke gidiyorum. Sektikçe, karşı şeritten üzerlerine uçan bir arabanın altında can verenler geliyor aklıma. Hele bir de yağmur başlamışsa, kafayı bu kez de bu yolda can veren gençlerin ‘polisin uyarısını dinlemediler’’ diye suçlu çıkmasına takıyorum. Ne dağ yolunda, ne ciglosta, ne çocukların ne de gençlerin öldüğü olaylarda bir tane bile sorumlunun yargılanmadığını düşünmeden edemiyorum.
Eve vardığımda boynum ağıyor, ‘’demek yine gerildim’’ diyorum. Sahi niye kafayı takıyorum?
Her şeyin başı sağlık ya, işte ona! Dört elle sarılasım geliyor;sermayenin çıkarları ile halkın çıkarlarının çatışmasına, halkı yok sayerken sermayenin ‘iyiliğini’ gözetmekten başka bir görevi olmayan hükümete, bu ülkede canımızın inşaat sahiplerinin parasından kıymetli olmayışına. Birileri zarar etmesin diye yediğimizi içtiğimizi denetlemeyip bizi hasta eden, hasta olduğumuzda da bize bakmayan sistemlerine…Bakanlar kurulundaki bütün o vasıfsızların yüzüne tüküresimgeliyor.
Tabii tek başına verilen tepki cılız kalıyor. Sağlığa ve yaşamasahip çıkmak örgütlü şekilde mücadele etmeyi gerektiriyor. Başkaları eğlendiği veya dinlendiği sırada işte bu yüzdentoplantılara gidiyoruz, bu yüzden eylem yapıyoruz, bu yüzdenderneğin dergisini, partinin dayanışma biletini satıyoruz. Vebu çaba herkesin olmadıkça, ne sağlık, ne de insan gibiyaşamak mümkün değil. İşte bu yüzden herkese sesleniyorum; HER ŞEYİN BAŞI SAĞLIK! Gelin birlikte sahip çıkalım!
Baraka Aktivisti
Kamil İpçiler