Bertan Zaroğlu, “İkamet ve Vizeler Tüzüğü” vesilesiyle; bu tüzüğü “Türkiye karşıtı kişilerin” hazırlamış olduğuna ve İçişleri Bakanı Ayşegül Baybars’ın da “gizli sosyalist ve Barakacı” olduğuna dair bir beyanat verdi.
“İkamet ve Vizeler Tüzüğü”nü okumadım, ancak bu ülkede giriş-çıkışların derhal kontrol altına alınması gerektiği ortada. Bu tüzük, mevcut sorunlara bir çözüm getiriyor mu, getirmiyor mu, okumadan söylemek mümkün değil. Ancak sorunların varlığı ve bu sorunların ülkeye giriş çıkışların denetimiyle bağlantılı olduğu konusunda vatandaş olsun, çalışma izinli olsun tüm dürüst insanlar hemfikir. Bertan Zaroğlu’nu bu kategoriye koyamıyoruz! Zaten kendisinin tek bir kuruş dahi yatırım yapmadan nasıl vatandaş olduğunu, birçok emekçi insan hak ettiği halde vatandaş olamazken, kirli ilişkiler ve torpil ile bunu elde ettiğini sağır sultan bile duydu.
Ekmeğini burada kazanan, geleceğini burada gören, hayatını burada planlamak isteyen herkes, ülkeye giriş çıkışların kontrol altına alınmasının; yaşam kalitesini doğrudan etkileyen bir konu olduğunu biliyor. Çünkü eğitim, sağlık, ulaşım, barınma ve işsizlik konularında herhangi bir icraat yapmak isteyen herhangi bir hükümet; ülkesindeki giriş çıkışları kayıt altına almak zorundadır. Aksi takdirde ne kadar okul, hastane, hemşire, doktor, öğretmen, yol, otobüs, ev, itfaiye, park yapılması gerektiğini bilemez, planlayamaz… Bundan da öte, ülkemizin uyuşturucu baronlarının ve mafya patronlarının fink attığı, cinayet, tecavüz vb olumsuzluklarla anılan bir yol geçen hanına dönüşmesinde; sınırlarımızı kontrol altına alamamamızın da büyük etkisi var. Gece kulüpleri, kumarhaneler vb olgular da bu noktada etkili ancak muhaceret sistemimizin çökmüş olması da göz ardı edilemeyecek bir katkı sağlıyor bu olguya…
Kıbrıs’ın kuzeyinin her açıdan yaşanabilir bir coğrafya olmaktan çıkması, sadece vatandaşları değil, Türkiyeli olsun üçüncü uyruklu olsun tüm göçmen emekçi insanları da olumsuz etkileyen bir konudur. Emeği ile çalışan, alın teri ile geçinen binlerce emekçi insan, her gün akın akın gelen yeni emekçilerin yarattığı basıncı; çalışma koşullarında, ücretlerinde, özlük haklarında hissediyor. Yeni gelenlerin daha düşük ücrete razı olması, daha eski çalışanların yaşam kalitesini aşağıya çekiyor, pazarlık gücünü zayıflatıyor, örgütlenmesi önünde engeller oluşturuyor. Bu durumdan zarar gören Türkiyeli olsun üçüncü ülke vatandaşı olsun, emekçi insanlardır. Fayda sağlayan ise para babaları, sermayedarlar, ultra zenginlerdir.
İşte Bertan Zaroğlu, giriş çıkışların kontrol altına alınmasına karşı çıkarak; bu zengin sermayedarların sözcülüğünü yapıyor. Zaroğlu’nun savunduğu Türkiye veya Türkiyeliler değil, sermayedir, ultra zenginlerdir, uyuşturucu ve mafya baronlarıdır. Çünkü sınır kontrollerinin, ikamet kurallarının, vize işlemlerinin yokluğu sadece bu kesimlere yarar sağlamakta, sömürünün katmerlenmesine hizmet etmektedir. Zaroğlu bu ülkede yaşayan Türkiyeli emekçilere düşmandır, onların daha fazla sömürülmesini, enselerinden para kazanan sermayenin güçlenmesini ve kendi sırtını dayadığı, kendisini haksız bir şekilde vatandaş yapan zenginlerin daha da fazla zenginleşmesini savunmaktadır. Bakmayın çabuk hırsız misali önüne geleni “Türkiye düşmanı” olmakla suçlamasına; Türkiye’ye de, Türkiyelilere de düşman olan, bizzat kendisidir.
Türkiye’yi çağın gerisine iten, tüm kaynaklarını ve potansiyelini emperyalizmin hizmetine sokan ve ensesinden zenginliğine zenginlik katan da Zaroğlu ve onun temsil ettiği çevrelerdir. Türkiyeli emekçileri birbirine kırdırarak, bu ülkede hakkı ile yaşamını kurmaya çalışan emekçi insanların iliklerine kadar sömürülmesi için sınır kontrollerine karçı çıkan da Zaroğlu ve onun temsil ettiği zenginlerdir.
Zaroğlu, hiçbir sınır kontrolü olmasın istiyor. Zaroğlu, sınırsız sömürü için emekçi insanlar birbirlerinin sırtına bassın, ekmek parası için birbirine düşman olsun, sermayedarlar da onların ensesinden daha çok para kazansın istiyor. Zaroğlu temsil ettiği, çanak yalayıcılığını yaptığı, parçası olduğu sermayedarların çıkarlarını savunuyor, sözcülüğünü yapıyor, onlar adına konuşuyor.
***
Gelelim Ayşegül Baybars’ın “gizli sosyalist ve Barakacı” olması konusuna… Baraka Kültür Merkezi’nin kurucularından biriyim. Baraka çatısı altından gururla savunacağım yıllar, mutlulukla hatırladığım süreçler yaşadım. Halen de Baraka aktivistiyim. Ancak Bağımsızlık Yolu’nda yürüttüğüm aktif görevler vesilesiyle, bir süredir eskisi kadar sık katkı koyamıyorum Baraka’ya. Ben oralardayken Ayşegül Baybars ne üyemiz ne de aktivistimizdi. Ben ayrıldıktan sonra Baraka’ya katılmışsa bilgim yok. Eğer böyleyse çok iyi yapmış, hayırlı olmuş…
Çünkü Kıbrıslı Türk halkının bu topraklardaki onurlu varoluşu için emek harcayan onlarca farklı örgüt, binlerce başka insanın varlığıyla birlikte; Barakacı olmak bu halkı sevmenin gurur verici, onur duyulacak bir biçimidir. Ayşegül Baybars da, binlerce başka insan da, kendi bulundukları yerden bu halkın çıkarına olacağını düşündükleri mücadeleyi vermektedirler; Barakacılar da yeri geldiğinde eleştirerek yeri geldiğinde destekleyerek Kıbrıslı Türk halkının varlığı için mücadele etmektedirler. Barakacı olmak, bu renklerin arasında bir renk, gurur duyulacak bir renktir. Utanılacak şey, Barakacı olmak değil, Zaroğlu gibi olmak; yoksul emekçi insanların sırtına basarak yükselmek, kul hakkı yemek, torpil yapmak, sömürücülerin yanında saf tutup, emekçileri birbirine düşmanlaştırmaya çalışmaktır.
Sömürücü zenginler adına konuşan Zaroğlu’nun kendini gizlemeye çalışması ne kadar olağansa; sosyalistleri de kendisi gibi korkak ve iki yüzlü zannetmesi de o kadar normaldir. Zaroğlu bilmeyebilir ama “gizli sosyalist” diye bir şey yoktur. Sosyalistler, komünistler, devrimciler, gizlenmezler. Gizli işler yapmak, Zaroğlu gibi toplum düşmanı, emekçi düşmanı, asalak zenginlere mahsustur.
171 yıl önce gururla ilan ettiğimiz ve hala onurla taşıdığımız cümleleri Manifesto’dan uyarlayarak aktarırsak; “Sosyalistler görüşlerini ve amaçlarını gizlemeye tenezzül etmezler. Hedeflerine, ancak şimdiye kadarki tüm toplum düzeninin zorla yıkılmasıyla ulaşılabileceğini açıkça ilan ederler. Varsın Zaroğlu ve asalak sermayedarlar, bir devrim korkusuyla titresin. İşçilerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri yok. Kazanacakları bir dünya var.”
Münür Rahvancıoğlu
Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri