Sorunun tek bir cevabı yok…
Soruya cevap veren bir kişi bile, değişik zamanlarda değişik cevaplar verebilir…
Dahası, “Türkiye” çok soyut bir kavram; hukuki bir bütünlüğü temsil ediyor ve somut bir kara parçasına atıfta bulunuyor olsa da bu kavram, Türkiye’nin çeşitli yerleri, farklı dinamiklerle hareket ediyor ve hatta bazen bu farklılıkları ortaklaştıran temel unsurlar bile ortadan kalkabiliyor.
3 gün sonra genel seçimler olacak, ancak bu yazı seçimlere dair bir yazı olmayacak, baştan belirtelim…
Türkiye’de ciddi sayıda liberalin, ‘demokrat’ın ve hatta bazı ‘solcu’ların dahi AKP’yi ‘son ana’ kadar desteklediklerini biliyoruz. Son andan kastım ise, artık AKP sözcülerinin ve medyasının bile açık açık savunma yapmak yerine doğrudan kara propagandayı ve silme yalanları bir yöntem olarak benimsediği süreç. AKP, 2010 referandumuna kadar zaten “demokrasi öncüsü” ve “askeri vesayet karşıtı” olarak takdim edildi bu kesimler tarafından. AKP, referandumdan sonra baskıyı gittikçe arttırmaya başlamasına rağmen, Ergenekon ve Balyoz davalarının ilerletilmesiyle “askeri vesayet” söylemleriyle desteklenmeye devam edildi. Gezi Direnişi bir anda patladığında bile, bu kesimlerin bir kısmı bunu “darbecilerin ve ulusalcıların hükümeti devirme girişimi” olarak gördü ve her ne kadar hükümetin ve polisin sert tutumu “kınansa da”, öküzün altında buzağı aramaya devam edildi. Artık AKP, cemaat dahil olmak üzere doğrudan kendi işbirlikçilerini ve yandaşlarını dahi karşısına alıp çok dar bir noktaya doğru geri çekilmeye başladığındadır ki, liberaller, ‘demokrat’lar ve ‘solcu’lar desteklerini tamamen çekmeye başladılar (tabii bu sefer de içlerinde, AKP’nin içindeki “ılımlı”lardan medet umanlar yok değil).
Lafı daha fazla uzatmayalım. Yukarda sözünü ettiğim gelişmeler yaşanırken, AKP hükümeti, 1980 sonrası dünyanın görüp görebileceği en sistematik neoliberal politikalarının uygulayıcısı oldu. AKP’nin en büyük adanmışlığı ulusalcıların sandığının aksine “din” ya da liberallerin sandığının aksine “demokrasi” değil neoliberalizmdi. Türkiye tarihinin en büyük özelleştirme furyası, AKP döneminde yaşandı; bu dönemin en büyük işçi direnişinin Tekel direnişi olması bir tesadüf değildi. AKP döneminde emek piyasaları ve çalışma koşulları sermaye lehine ve emekçiler aleyhine öyle bir düzenlendi ki, yaklaşık 15 bin işçi öldü sadece 13 yılda. 15 bin kişi! Taşeronlaştırmanın akıl almaz boyutlara ulaşması sonucunda, milyonlarca işçi güvencesiz, iğrenç koşullarda çok düşük ücretlere çalışıyorlar ve beyaz yakalıların durumu da bundan farklı değil. Beyaz yakalılar içinde en güvenceli kesim addedilen doktorlar, mühendisler ve avukatların durumu dahi çok kötüleşti. AKP dönemi, hastanelerde aylar sonrasına randevu alabildiğiniz (ki zaten bu yüzden hastanelerde artık uzun sıralar görülmüyordu), doktorların performans sistemi altında ezilip kaliteli sağlık hizmeti veremediği, doktorlara yapılan saldırıların ve cinayetlerin arttığı, devlet hastanelerinin altının oyulup özel hastanalerin iyice önünün açıldığı bir dönem oldu. Avukatlar adalet binalarında dövüldü, yaka paça gözaltına alındı, hukuk ayaklar altına alındı. AKP döneminde 7 binden fazla kadın cinayeti işlendi; AKP hükümetinin kadına bakışı, kadın hakları konusunda pratiği herkesin malumu. AKP döneminde sendikalaşma oranları ya azaldı, ya da hükümetle işbirliği yapan sarı sendikalar lehine arttı. Bu dönemde işçiler, sermaye ve hükümetle olduğu kadar, sendikalarıyla da mücadele etmek durumunda kaldılar. Bu liste sayfalarca uzatılabilir, uzatılmayı da hak ediyor zaten.
Anlatmak istediğim şey şu: AKP döneminin en karakteristik özelliği sermayenin emeğe karşı olan muazzam saldırısıdır. AKP, her şeyden önce çok başarılı bir sermaye hükümetidir. Ancak Türkiye siyasetinin AKP dönemindeki gündemini, 1980 darbesinin de mirasıyla, emek-sermaye çelişkisi değil, ‘yüksek siyaset’in tartışmaları belirledi, yani yazının ilk kısmında vurguladığımız tartışmalar. Zaten piyasa yanlısı olan liberaller hadi bir yana, solcuların ve demokratların bu sermaye diktatörlüğünü ve onun pratiklerini tamamen görmezden gelip soyut bir “demokrasi” ve “sivil yönetim” tartışması altında yıllarını heba etmesi, geri kalan pek çok kesimi de bu gündemlerin peşinden sürüklemesi, çok acıklı bir durumdu.
Bundan çıkarılacak ders çok bariz aslında. Mevcut toplumlardaki gerçek saflaşmalar, emek-sermaye çelişkisi üzerine kurulu. “Gerçek” diyorum çünkü örneğin yıllarca askeri vesayet tartışmasını sürdüren AKP, cemaat ile çatışmaya girmesinin ardından Ergenekon ve Balyoz dosyalarını rafa kaldırıp, bu kesimlerle bir anda ittifak yaptı. AKP’nin ilk yıllarında gündemin en önemli maddesini oluşturan AB üyeliğinin artık esamesi bile okunmuyor. Özgürlüklere ve Kürt sorununa dair yapılan bütün taktik açılımlar, bir çırpıda çöpe atılıverdi. AKP’nin istikrarlı bir şekilde ardında durduğu tek şey ise, sermaye yanlısı politikalar oldu.
Türkiye’nin bundan sonra nereye gideceği, hangi yolun üzerinde yürünmek istendiğiyle de yakından ilişkili. Bu duruman biz Kıbrıslı Türklerin de çıkaracağı çok önemli dersler var. Bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde üzerinde yürümek istediğimiz yol ne? Hangi mücadelenin tarafı olmak istiyoruz? Soyut tartışmalar mı, yoksa gerçek bir emek, demokrasi ve özgürlük gündemi mi olacak ana maddemiz? Bunun cevabını biz, hepimiz, vereceğiz.
Celal Özkızan
Bağımsızlık Yolu