Açıkçası böylesi bir konuda yazı yazmak hiç kafamda yoktu. Paşaköy’den, Erenköy’e uzanan milliyetçi kışkırtmalar, mülkiyet hırsları ile statükoyu kollayan otel işletmecileri ve veya gazete sahipleri, bölgemizi saran savaşlar, tümüne karşı Dünya Barış Günü’nde sokakta olmanın önemi ve Taşel’deki haklı işçi direnişi gibi gereksiz meselelerle ilgili yazmayı düşünmekteydim. Onun yerine bugün asli meselemiz olan kravat ve sandalet farkı ile ilgili bir yazı yazmayı uygun gördüm. Bana gerçek anlamda önemli olanın ne olduğunu gösteren ve bir gazeteci / köşe yazarının aslen nelerle uğraşması gerektiğini anlatan Rasih Reşat’a buradan teşekkürü bir borç bilirim!
Bir siyasetçi ve ülkesi ile ilgili söz söyleyen biri açısından kıstas elbette giydiği takımdır. Ne demiş Mevlana “ bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım takım giyiyor mu diye”. Gerçekten de durum böyledir.
Kaliteli bir kravatı boynuna sıkıca asmadan nasıl üretmeyen bir toplumun yaşayamayacağından bahsedilir? İyi ütülü kaliteli ve en önemlisi uzun bir kumaş pantolon giymeden ekolojik tehlikelerden bahsetmek kimin haddi? Yeni boyanmış, parlayan bir takım ayakkabısını ayağına geçirmeden nasıl gençliğin sorunlarını dile getirebilirsin? Ya da son düğmesine kadar bağlanmamış bir gömlek, altın bir kol saatin olmadan nasıl kadına şiddeti gündeme getirebilirsin?
Düşünsenize ülkemizi bugün içinde bulunduğu duruma getiren tüm siyasilerimiz takım giymekteydiler. Hatta görev yaptıkları süre içerisinde çoğu vatana daha iyi hizmet etmek adına daha pahalı takımlar da almışlardır. Onlar ve takımları olmasaydı, kktc bugün içinde olduğu saygın konumda olabilir miydi?!
Gelin bir de takım giyenlerle, giymeyenlere bakalım.
Kıbrıslı Türklere “bolluğu” getiren Turgut Özal “siz üretmeyin ben size gönderirim” derken takım giymiyor muydu? Ya da Kıbrıslı Türklerin ne kadar iyi “beslendiğini” vurgularken Recep Tayyip’in üzerinde en kaliteli takım yok muydu?
Bir ülkenin saygınlığı ve gücü için olmazsa olmaz şey takımdır. Mesela Uruguay Devlet Başkanı mıdır nedir Jose Mujica diye yaşlı bir amca vardı, başkanlığı süresince takım giymeden kısa şort sandaletle takıldı, makam arabası almadı Vosvosunu sürdü, kendi çiftliğinde yaşadı. Onun başkanlığı döneminde Uruguay’ın saygınlığı ne derece düştü tahmin dahi edemezsiniz, diğer Latin Amerika ülkeleri bir araya gelip hep Uruguay’ın arkasından gülmüş diyorlar. Ülke saygınlığı düşünce tabii insan kalitesi de düşüyor, yasalara aykırı olmasına rağmen Uruguay halkı Mujica’nın görevini bir dönem daha sürdürmesini istiyor. Düşünün ne derece düşmüşler! Bir de eski Yunan Maliye Bakanı Varufakis var tabii, kravat takmayıp, takım giymediği yetmezmiş gibi bir de Avrupa Birliği üst düzey yetkililerine kafa tutup, onları utanmadan terletmişti kendisi. Bu kravatsızlar ülkelerine zarar vermekle kalmayıp, iyice saygısız da oluyorlar!
Bizim ülkemizin kravatsızları iyice beter, sanki Akdeniz’in ortasında bir adadaymışız ve yazdaymışızcasına sandaletleri ve kısa şortları ile geziyor, utanmadan bir de konuşuyorlar. Neler mi diyorlar? İster Kıbrıs’ın bir facianın eşiğinde olduğunu nükleerle patlayacağından veya batacağından, isterlerse barışın, kardeşliğin formülünden konuşsunlar, kravat takmayan biri dinlenir mi?
Bugüne kadar ülkemizi ve dünyamızı hep kravatlılar yönetti, hep onları dinledik. Bugün bu tavrımızın sonuçlarını gerek adamızın birleşik ve refah içindeki halinde, gerek yanı başımızdaki Türkiye’nin iç karışıklık ve krizden uzak durumunda, gerek Ortadoğu’nun tek bir damla kan akmayan, eşitlikçi ve huzurlu ikliminde görebiliyoruz. Hal böyleyken neden kravatsız ve takımsız, sandaletli veya kısa şortluları dinleyip, gökyüzündeki saygınlığımızı yerin dibine sokalım ki?
Mustafa Keleşzade