Bir grev, greve çıkan çalışanlar ile karşılarında konumlanan taraflar yani patronlar ya da devlet arasında yaşanan ve çoğunlukla zümresel bir mücadeledir.
Ancak bu mücadelenin seyrini belirleyecek olan kesimler yalnızca greve çıkan çalışanlar ya da patronlar değildir.
Toplumun çoğunluğunu oluşturan halk, hak arayan bir kesim olarak greve çıkan çalışanların mücadelesinde çok önemlidir.
Bir mücadelenin meşruluğu konunun içeriğinden bağımsız olarak, mücadeleyi yürüten kesimin halkın diğer kesimleriyle kurduğu ilişkiye de bağlıdır.
Çünkü her grev patronlar ya da hükümetler için bir mağduriyettir.
Verilen hizmeti kesmek, ürün üretimini durdurmak vb. çalışanın hak talep ettiği muhatabı için bir mağduriyettir ve emekçilerin silahı olan bir grevin gücü de karşı taraf için yarattığı bu mağduriyettedir.
Grevin mantığı budur.
Patronlar çalışanların greve sebep olan taleplerini kabul etmek istemediği zaman çeşitli biçimlerde bu mağduriyeti gidermeye çalışırlar.
Yeni işçiler bularak grevi kırmaya çalışmak, grevin öncülüğünü yapan işçileri ya da bütün işçileri işten çıkarmak(lokavt), grevin meşruluğunu sarsmak vb.
Örneğin, ülkemizde çok sık yaşanan bir durum olarak öğretmenlerin mücadelesini ele alalım.
Öğretmenlerin gerçekleştirdiği grevlere yönelik en büyük saldırı grevlerin meşruluğunu sarsmaya yöneliktir.
Hükümetler, greve çıkma sebepleri ne olursa olsun her zaman benzer bir biçimde öğretmenlere saldırmaktadır.
“Tek dertleri para”, “çocukların eğitimi bunlar yüzünden yarım kalıyor” gibi söylemlerle grev halkın gözünde itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor ve öğretmenin talepleri ne kadar meşru olursa olsun bu amaca çoğu zaman da ulaşlıyor.
Göç yasasına karşı sürdürülen mücadele de buna benzer bir örnek.
Göç yasasının 2011 sonrası çalışmaya başlayan kamu emekçileri için yarattığı mağduriyet ortadadır fakat hükümetler bu sefer de özel sektör çalışanları üstünden bu mücadeleyi itibarsızlaştırmaya ve meşruluğunu sarsmaya çalışıyorlar.
“Özel sektörde insanlar ne koşullarda çalışırken bu memurlar da hem iş yapmazlar hem de sürekli para isterler” gibi söylemler çok yaygın değil mi?
Maalesef egemenler, bu mücadelenin gayri meşru gösterilmesinde de büyük oranda başarılı oluyorlar.
Peki; nasıl başarılı oluyorlar?
Neden içerik olarak son derece meşru mücadeleler dahi kendiliğinden bir şekilde sönümlenip son buluyor?
Nasıl oluyor ve CTP-BG Başkanı ve eski Cumhurbaşkanı Talat ile eski Maliye Bakanı Mungan ortaya çıkan tapelerinde öğretmenin greve çıkması için dua eder hale geliyorlar?
Neden çalışanın en güçlü silahı olan grev çoğu zaman bu kadar etkisiz hale geliyor?
Sanırım emek mücadelesi açısından en kritik sorular bunlar.
Çalışanlar greve çıktığı zaman patronlar ya da devlet için bir mağduriyet yaratırken halkın diğer kesimleri de bu grevden etkilenir.
Örneğin hastanede greve çıkan doktor, hükümeti zor durumda bıraktığı gibi halkın sağlık hizmeti almasını da belirli bir süre için durdurur.
Sağlık hizmeti alamayan halkın bu durumdan kimi sorumlu tutacağı hayatidir.
Halkın hükümete yüklenerek doktorların haklı taleplerini mi destekleyeceği yoksa doktorları mı hedef alacağı mücadelenin grev sürecindeki gücünü belirleyecektir.
İşte bu destek için doktorların günlük yaşam içinde diğer kesimlerle bağ kurmaya, en azından aleyhine işlemeyecek bir ilişki biçimi kurmaya ihtiyacı vardır.
Ve böyle bir ilişki grev döneminde değil, günlük yaşamın içinde kurulur.
Halkla en azından nötr bir temas kuramayan bir kesimin greve çıktığı zaman diğer kesimlerden destek beklemesi abestir.
Bu ihtiyaç çalışma yaşamının diğer alanlarında çalışan öğretmeninden memuruna tüm kesimler için geçerlidir.
Bizim sendikal hereketimizde genellikle eksik kalan budur.
Salt konunun içeriğindeki meşruluk ile hareket edebileceğini sanan bir sendikal mantık yaygın durumda.
Hükümetler ve patronlar da bu eksikliği kendi leyhlerine yönelik çok iyi kullanıyorlar.
Bugünlerde yaşanan Taşel işçilerinin grevindeki fark ise sanırım budur.
İşçiler halkın diğer kesimleri ile yakın bir bağ kurmamasına rağmen patronun kendi leyhine kullanabileceği negatif bir ilişkinin de olmaması işçilerin meşruluğuna güç katmaktadır.
Son yıllarda istisna yaratan süreçlerderden biri olarak Lefkoşa Belediyesi emekçilerinin militan mücadelesi de emek hareketinin ihtiyacı olan meşruluğa dair bir örnek olarak verilebilir.
Aylarca hizmet vermemelerine rağmen halk çoğunlukla işçilerin yanında yer almış ve yaşananların sorumlusu olarak belediye yönetimini sorumlu tutmuştur..
Emek hareketi, bir bütün olarak meşruluğuna güç katacak farklı halk kesimleri arası bu bağa ihtiyaç duymaktadır.
Bu bağın nasıl kurulacağı tartışması yeni örgütlenmelerin de önünü açacaktır.
Ali Şahin
Bağımsızlık Yolu