Dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizdeki kadınlar da şiddete, sömürüye, tacize, tecavüze ve baskıya maruz kalıyor. Kadına uygulanan baskının kökenini sınıflı toplumların ortaya çıkışına dayandırmak yanlış olmayacaktır.
Şüphesiz özel mülkiyetten önce de tecavüz, taciz, sömürü ve baskı vardı ama özel mülkiyetle birlikte kadın eve hapsoluyor ve toplumsal cinsiyet rolleri ile uygulanan baskı derinleştiriliyor. Eve hapsetme, kadın bedenini kontrol etme ve emeğini değersiz görme kapitalizmle sistematik bir hal alıyor. Yani kadının konumu değişiyor. Kadının toplumsal ve ekonomik alandaki konumu her zaman zordu ve zor olarak devam ediyor. Ev işleri ve çocuk bakımına kadın işi olarak bakılırken iş yerlerinde kadına ikinci sınıf muamele yapılıp eşit işte eşit ücret bile verilmiyor. İşyerlerinde gözden çıkarılacak ilk kişiler her zaman kadınlar oluyor. Bu baskının adı ev içinde patriyarka, toplumsal ve ekonomik alanda ise kapitalizm oldu.
Kadını güvence altına alacak hiçbir sosyal politikanın olmayışı kadını savunmasız bırakıyor. Sendikasız çalıştırılanlar arasında en çok mağduriyeti kadınlar görüyor; sağlık haklarını, izin haklarını kullanamıyor; hamilelik süresinde işten çıkarılmayla karşı karşıya kalıp dahası bazen sözleşmelerde “hamile olursan işten atılırsın” maddeleriyle karşılaşıyor; erkekle aynı işi yapmasına rağmen aynı parayı alamıyor kadın.
Çalışmayan bir kadın ev işine ortalama on saatini, çalışan bir kadın ise ortalama 5 saatini harcıyor ama yine de erkek, kadının bu karşılıksız emeğini hiçe sayma hakkını kendinde görüyor. Yani kadınlar hem evde hem işte hem de sokakta şiddete maruz kalıyorlar. Öte yandan şiddet gören kadınlar için Kıbrıs’ın kuzeyinde devlet tarafından açılmış hiçbir sığınma evinin olmayışı ve gece kulüplerine izin veriliyor olması da bize aslında kadına en büyük şiddeti devletin uyguladığını gösteriyor.
Bir diğer önemli nokta ise AKP’nin dinsel gericiliğini adamıza da taşımayı görev bilmiş olması. AKP hükümeti geçen sene yine bu dönemlerde akıl dışı ‘tecavüz yasasıyla’ şiddeti normalleştirme çabasındaydı. Bu sene ise ‘müftülük yasası’ ile kadınların tecavüzcüsüyle evlendirilmesine, çocuk gelinlere kapı açmış bulunuyor. AKP hükümetleri neoliberalizm ile muhafazakarlığı birleştirip aşırı cinsiyetçi ve kadın düşmanı bir sistem yarattı. Bizim hükümetlerimiz ise Türkiye’den kadın ve toplumsal cinsiyet alanında politika ithâl etmeyi doğru bulmuş ama sığınma evlerini lüks görmüşlerdir.
Biz kadınlar sokakta, evde, işyerinde kısaca her yerde verdiğimiz görünmeyen emek mücadelemizi evde oturarak değil sokakta; kadına yönelik şiddete üzülerek değil isyan ederek kazanacağız. 8 Mart’ta sığınma evi talebimizi, görünmeyen emeğin varlığını sesimizin ulaştığı her yere ve herkese haykıracağız; çünkü 8 Mart sokakta olma günüdür!
Günay Seheroğlu
Bağımsızlık Yolu Omorfo Bölge Sorumlusu