555 K, bundan yaklaşık 65 sene öncesine ait bir kod adı…
Türkiye’de, gittikçe baskıcı hale gelen zamanın Menderes hükümetinin son demlerinde yapılmış bir protesto yürüyüşünün kod adıydı 555 K…
5’inci ayın 5’inci gününde, saat 5’te Kızılay’da yapılan bir eylemin kod adı…
Cemal Süreya’nın bu isimde çok bilindik bir şiiri vardır hatta…
***
555 K…
Dün 5 Mayıs’tı…
5’inci ayın 5’inci günüydü yani…
Ve dün, Kıbrıs’ın kuzeyine, iş cinayetine kurban giden 5’inci emekçinin haberini aldık…
Soner Çolak, 2 hafta önce Çatalköy’de çalıştığı inşaatta, yeterli önlemlerin alınmaması sebebiyle, 5 metre yükseklikten düşerek ağır yaralandı…
Beyin ölümü gerçekleştikten kısa bir süre sonra da, dün, hayata veda etti…
5’inci ayın 5’inci gününde, 5’inci Katliam…
Artık “kaza değil cinayet” demek bile yetmiyor…
Ne de olsa bilinçli işlenmiş seri cinayetlere “katliam” deniyor…
***
Soner Çolak’ın beyin ölümü gerçekleştikten hemen sonra, ailesi, organlarını bağışlamaya karar veriyor…
Böylece, sırf üç kuruş ekmek parası kazanabilmek için, hiç hak etmediği bir şekilde hayatını kaybediyor ama, 4 kişiye de hayat vermiş oluyor organlarıyla…
Şimdi gözünüzde iki portre canlandırın…
Bir yanda, kendi emeği dışında başka hiçbir gücü bırakılmamış, geçinebilmek için o emeğinin gücünü satmak zorunda olan, bunu da, canı dahil hiçbir şeyin güvencede olmadığı bir işyerinde yapmak durumunda kalan bir emekçi… Bu emekçi ölürken bile umut oluyor başka hayatlara…
Diğer yanda, meclisteki takım elbiseli, kelli felli, yüzlerindeki ruhsuz sırıtışlarla makamlara ve koltuklara kurulmuş olan UBP ve DP milletvekilleri… Özelde sendikalaşma yasası geliyor meclise; daha fazla işçi ölmesin, daha fazla özel sektör çalışanı keyfi mesai saatleri altında ezilmesin, daha fazla genç insan sigorta primlerini asgari ücret üzerinden değil de gerçek maaşı üzerinden alabilsin, daha fazla ofis çalışanı “bu ay sonu maaşım yatacak mı zamanında” diye düşünmesin, daha fazla “beyaz yakalı”nın kaderi patronlarının iki dudağının arasından çıkacak lafla belirlenmesin diye…
Serdar Denktaş mecliste bu öneri konuşulurken, “şartlar henüz uygun değil, zamanı değil” dedi…
Anlaşılan Serdar Denktaş için onlarca iş cinayeti, yıkılmış onlarca aile, iki kuruş ekmek parası karşılığında canını vermiş onlarca genç insan yeterli değil şartları olgunlaştırmaya…
***
Ağızlarına almışlar bir “özgürlük” lafını gidiyorlar…
İşçiler inşaatlarda ölürken sesi çıkmayanlar, “sendikalı olmama özgürlüğü de var” diyorlar…
Cumartesi günü dahi mesai yapmak zorunda kalan özel sektör emekçilerinin dinlenme ve boş vakit hakkına dair en ufak bir kaygı taşımayanlar, sendikayı “fazlalık” olarak görüyorlar…
Ticaret yapmak için Kıbrıs Türk Ticaret Odası’na zorunlu kayıt yaptırma gerekliliğini “iş dünyasının düzenlenmesi” olarak görüp buna dair hiçbir sorun çıkarmayanlar, “zorunlu sendika”yı ve emekçilerin örgütlülüğünü yanlış buluyorlar…
***
Bu ülkede siyaset; çoğu parti, gazeteci ve kesim tarafından görmezden gelinmeye çalışılsa da, emek-sermaye karşıtlığı üzerinde şekillenmektedir…
Bu ülkede çıkan pek çok yasa, hayata geçen pek çok uygulama, atılan pek çok adım, alınan pek çok “önlem”, uygulamaya sokulan pek çok kural, en nihayetinde, emekçilerin çıkarları ile patronların çıkarlarının arasındaki uyumsuzluğun bir ifadesi…
Ancak bizim sayımız fazla…
Bizim sayımız yüz binden fazla, patronların sayısı ise, sözcüleriyle birlikte, birkaç bin bile değil…
Ama istiyorlar ki birbirimize düşelim “Kıbrıslılar-Türkiyeliler” diye, “kamu çalışanı-özel sektör çalışanı” diye, “genç çalışanlar ve tecrübeli çalışanlar” diye, “hizmet sektöründe çalışanlar ve inşaatlarda çalışanlar” diye…
Bölünmemizi istiyorlar, çünkü kendilerinin az ve güçsüz olduklarını çok iyi biliyorlar…
Bizim çokluğumuzun gücünü ancak, bizi parça parça ederek azaltabileceklerini çok iyi biliyorlar…
Bölünmeyeceğiz, birleşeceğiz…
555 K ile başlamıştık yazıya…
Bu isimde bir şiiri var Cemal Süreya’nın, şöyle bitiyor :
“bu, böyle gidecek demek değil bu işler
biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.”
Celal Özkızan
Bağımsızlık Yolu