- 40’lar adasında iki yarı vardır. Biri kuzey ve biri güney diye.
- Orada çocuklar bölünmüş şehirlerin sokaklarında top sürer, parçalanmış haritaların üzerinde coğrafya öğrenirler.
- 40’lar adasında Hayalet Şehir anlamına gelen bir şehir vardır, adı Famagusta, yani Mağusa’dır. İsmi kaderinden önce gelir, ama kaderi ismine göre şekillenir. Orada yaşayanlar ‘bir tarafımız bahar bahçe bir tarafımız kör karanlık’ derler, Maraş’ın sokaklarında gezinirken.
- Başkenti son bölünmüş başkentlerdendir. Şehrin göbeğinden ‘yeşil bir çızgı’ geçer, adayı kentler ve köyler boyunca ikiye bölen; sevinçleri ve hüzünleri hiç ikilemeden, ikilemlerde bırakan.
- 40’lar adasında şehirlerin, köylerin, sokakların ve yolların isimleri yaşayanlarına yabancıdır. Bazen de yaşayanlar şehirlerin, köylerin, sokakların ve yolların isimlerine yabancıdır. Lefkoşa ve Lefkoşe bir iktidar kavgası alanıdır. 40’lar adasında sınıf mücadelesinin önemli bir veçhesidir, A ve E harfleri ve bicümle tüm alfabe.
- 40’lar adasında siyaset ve politik/sosyal varoluşun temel dayanağı 40 yıldır gerçekleşmeyen ve gerçekleşmesi için sadece gerçekleşmesini istiyormuş gibi yapılan müzakereler ve çözüm süreçleri belirlemektedir. Godot bile bu duruma gıcık olmaktadır.
- 40’lar adasında politik tanımlamalar, kimlikler ve aidiyetler, ortaçağda yapılan ‘bir iğnenin üzerinde kaç tane melek’ var gibi felsefi problemler kadar derin ve içinden çıkılmaz konulardır.
- 40’lar adasında, adanın iki tarafına dair isimler nerede bulunduğunuza göre değişir. Hem mekânsal olarak hem de ideolojik olarak. Mesele, Kuzey ile kuzey arasında sadece ‘k’ harfinin büyüklüğü ve küçüklüğü arasındaki fark değildir mesele. Mesele ‘K’ ile ‘k’nin ne anlam ifade ettiğidir.
- 40’lar adasının kuzeyinde ganimetle gelen suni refahlık yanılsaması hüküm sürerken, güneyinde de 60 devletinden gelen ‘özgürlük’ yanılsaması hüküm sürer. Her iki kesimde yaşayanların en büyük ortak yanı, yanılsamaların yaşayan kurbanları olmalarıdır.
- 40’lar adasında yaşayanların kendi kaderini tayin etme hakkı, kendi yanılsamalarının mimarlarının elindedir. Yani bir ortak yan daha, 40’lar adasında yaşayanlar başkalarının onlar için çizdiği kaderi yaşamaktadırlar. Veya yaşayamamaktadır.
- 40’lar adasında ara ara bazı kusurlar göze çarpar. Kader yapıcıların en iyi yaptığı şey bu kusurları bulmak ve müdahale etmektir. 40’lar adasında yaşayanların en büyük talihsizliği kader yapıcılarından kurtulamamasıdır.
- Bu kader yapıcıların temel görevi 40’lar adasında yaşayanların hayatlarını nasıl daha boktan hale sokabilirlerdir. Bunun için de öncelikleri 40’lar adasında yaşayanların yaşayışları, gelenekler, inançları veya ihtiyaçları değil, kendi fıtratlarınca uygun olandır.
- 40’lar adasının kader yapıcıları orada yaşayanlara şirin gözükme çabası içerisindedir de. Bunun için en önemli yaptıkları iş, 40’lar adasının kuzeyindeki insanların fabrikalarda çalışmaktan kurtarmak oldu. Bunun için de gayet düz mantık olarak, 40’lar adasındaki neredeyse tüm üretim yapan fabrikaları tek tek söküp götürdüler veya yok ettiler. Böylece ‘biz size parayı veriri, siz de şöyle usul usul oturun, kendinizi yormaya hiç gerek yok, biz sizin için en iyisini düşünürüz’ dediler. Sırf bundan dolayı da şükrancılık 40’lar adasındaki en vazgeçilmez ibadet biçimlerindendir. Şu günlerde miadı dolasa da, değişik motiflerde ve renklerde geleneğin sürdürücüleri tarafından yerine getirilmektedir.
- Kader yapıcılar 40’lar adasının kuzeyinde yaşayanların milli hislerinin yeterince gelişmemiş olduğu kanaatini getirdiği dönemler yollarda ve sokaklarda en çok karşılaştığımız unsur heykeller ve bayraklar; okullarda ise milli içerikli kitaplar olurdu. Bu dönemlerde kader yapıcılar utanmasa insanlardan her sabah milli marş ve asker selamı ile güne başlamasını buyur edecekti.
- 15.Milli hislerin zayıf hissedildiği dönemlerde başka zayıflıklar da yok değildi. Mesela itaat da zayıflık, biat etmede zayıflık ve buna benzer noktalarda kader yapıcının canını sıkan bazı davranışlar da gelişmeye başlamıştı 40’lar adasında. Bu gibi sivrilikler kader yapıcını o kadar canını sıktı ki, bazı elem ve meçhul kazalar meydana geldiği oldu.
- Sonra tabii kader yapıcıların da kaderi değişir. Öyle olunca bizim kader de değişiklikler olmaya başladı. Beton, millet, sakarya’nın yerini beton, islam, kuran aldı. Hoş, yine de beton aynı kaldı. Bu kez bayrakların yanına camiler, heykellerin yerine imam hatipler yükselmeye başladı 40’lar adasında.
- Sermayenin rengi yeşile döndü, marşlar yerini kur’an’ın vaazlarına bıraktı.
- Ve tabii 40’lar adasında yaşayanlar ve ‘beton, millet, sakarya’ düzeniyle sıkıntısı olan bazı ‘ilerimsiler’ de bu süreçte kaderin yeni geleniyle bir uyum ve ortak tutum geliştirdiler. Fakat değişmeye şey hala kaderin kendini kabul ediyor oldukları idi. Bu ilerimsilerin bir kısmı şu an ‘mış’ gibi yaparak statülerini korurken bir kısmı da kafalarını taşlara vurarak geçmişten kopmaya çalışıyor. Elbet vardır kaderin bir bildiği.
- 40’lar adasında kader yapıcının en iyi yaptığı bir diğer iş ise, paket yollamaktır. Hani uzak yerlerden paket gelmiştir, sizi amansız bir heyecan sarmıştır, koşa koşa postaya gitmişsinizdir, postacı amca size paketinizi vermiştir, imzayı atmışsınız ve paketi kucaklayarak eve koyulmuşsunuzdur. Sonra dayanamamışsınız, yolda bir banka oturmuş ve orada heyecanla sizi çok seven kişiden gelen paketi açmışsınızdır. O an suratınızdaki ifadeyi çevrenizdekiler görse… Yok yok görmesinler. Onalar için en iyisi bu… Çünkü bu paket o paketlerden değil işte. Ankara’dan bir şutlanan ve tütün fabrikasının, pardon yani meclisin kucağına gelen, pandoranın kutusu gibi bir paket işte. Ne kadar kötülük varsa içinden bir bir çıkan, bir bir yıllardır çıkan paketler işte. Yani düşmanınız olsa bu yapılmaz dedirten dereceden. Yani öyle kahreden, öyle isyan ettiren, öyle kaderimize elini yakamızdan çek dedirten derecede.
- İşte o paketler sayesinde bugün 40’lar ülkesinde yaşayanların varoluş ve yokoluş üzerine derin felsefik tartışmalar yapmaktalar. Kaderimiz bize felsefe taşlarıyla örülmüş bir yol çiziyor, ‘minnettarız!’
- 40’lar adasında yaşayanlar sıkılan insanlardır. Evden işe, işten eve; evden bakkala, bakkaldan eve gitmeye dahi sıkılırlar. O kadar sıkılırlar ki, kendilerinden bile bıkarlar. Hatta konuşmaktan bile sıkılırlar hem de hiç konuşmadan daha. En anlamlı sohbet ise ‘Napan?’ – ‘napayım’ – ‘Napacan?’ – ‘Napalım’ şeklinde olan sohbettir.
- Bu madde çok sıkıcı, napacan?
- 40’lar adasında yaşayanlar aynı zamanda kısır döngü kurbanlarıdırlar. Öyle ki bu kurban olma durumu artık haz verici ve ‘vazgeçilemez’ de bir alışkanlık halini almıştır. Bir taraftan kısır döngüden şikayet eden 40’lar adası sakinleri diğer taraftan da bu kısır döngüyü yaratan koşullarla hesap sorma sürecine girmemekte, ganimetin verdiği suni haz ile gününü geçirmektedir.
- 40’lar ülkesinin kuzey kesiminin en önemli ve yeryüzü üzerinde onu eşsiz kılan bir özelliği ise ‘olmaya cihanda devlet’ sloganının vücut bulmuş hali olmasıdır. Her ne kadar ‘olmaya cihanda devlet’ sloganı bu duruma açıklık getirmese de, yine 40’lar ülkesinin bir ferdi olarak temel alışkanlıklarımızdan biri olan ‘kelimeleri işimize göre yorumlama’ jokerini burada kullanmayı tercih ettim. Velhasıl 40’lar ülkesinde insanlar devlet olmayan bir devletin idaresinde yaşamaktadırlar. Yani kader yapıcı hariç yeryüzü üzerinde kimse tarafından tanınmayan, umursanmayan hatta sallanmayan bir olmayan devlet. Zaten meclisi ganimet olan bir tütün fabrikasının üzerine kurulmuş bir devlet ne kadar gerçek olabilir ki. Ah yalan dünya, yine efkarlandık, bir tütün sarma vaktidir.
- 40’lar ülkesinde insanlar seçtikleri ve tütün fabrikasına gönderdikleri tarafından gün 24 saat hiç durmadan ‘sarılmaktadır’… Ondandır ki ‘ne bema saran beni?’ lafcığının ‘tütün sarmak’ kalıbıyla bir bağı vardır.
- Dünya’da, Akdeniz’de ve hatta Doğu Akdeniz’de, hatta ve hatta 100 km’lik sahil şeridinde dahi sözü geçmemesine rağmen 40’lar adasında yaşayanların bir çoğu kendisini dünyanın merkezinde hisseder ve öyle davranır.
- 40’lar ülkesinde özellikle gençler askerden kaçmak ve hayatlarını bir süre kışla odalarına kapamak istemediklerinden dolayı çeşitli biçimlerde 40’lanmamış başka ülkelere kaçmaktadırlar. Sadece bundan dolayı da değil, aynı zamanda ‘napan- napayım’ muhabettinin simgelediği kısır döngüden kurtulmak iddiasıyla da kaçmaktadırlar. Yakın dönem dramlar arasında göç vermek de 40’lar ülkesinin bahtsızlıkları arasındadır.
- 40’lar ülkesinde 40’lanmış olanlar ile 40’ın içinde gelenler arasında bazen düşmanlık bazen mesafe bazen de dostluk vardır. Düşman olmak isteyenler aynı bahtsızlığın çilesini çektiklerinin farkında değiller, mesafeli olanlar sadece ‘tamamen duygusal’ nedenlerle mesafe takınmakta, dost olanlar ise kaderlerine boyun eğmeyen, kadere karşı durabilenlerdir.
- 40’lar ülkesini dışarıya bazen kumarhane cenneti, bazen kerhane cenneti, bazense doğası vurgulanarak cennet ada olarak tanıtırlar. 40’lar ülkesinin bir diğer eşsiz özelliği de dışarıya karşı cennet olabilirken içeriye karşı cehennem olmasıdır. Sadece sıcaklıklardan dolayı değil, her anlamda. Mafya, kara para ve ekolojik talan ise sadece cennetin yanılsamaları o kadar!
- Mesela 40’lar ülkesinde en revaçta olan spor dalı avcılıktır. Doğa aşığı olduğunu iddia eden insanlar ovalara dağılıp kaçışan kuşları ve tavşanları katlederek bu sporu sürdürürler. Hatta bu sporda başarısız olmak da yoktur. Kuş veya tavşan vuramazsan, beraberinde götürdüğün köpeğini vurursun, o da yetmezse zaferini işaret tabelalarından çıkarırsın. O da yetmezse oğluna çektiğin silahlar karını avlarsın, yoldan geçen kadını yere serersin. Avcı için av avdır ne de olsa!
- 40’lar ülkesinde su bile kader yapıcısının suyudur artık. Öyle gökten de değil, yerin altından gelen türünden. Kader yapıcının suyu! Kader suyu! Ama işte kader elimizde değil ya, suyun kaynağı da elimizde olmayacak. Yani kaderini değiştiremeyenlere su sadece verilen bir şey olacak. Bir gün geri alınabileceği gibi. Bu ilerde elektrik ve telefon olarak da 40’lar ülkesi sakinlerine geri dönecek.
- Tabii pek çok soygunun yanında banka soygunları da olmuyor değil. Daha geçenlerde de oldu işte. İçinden polis de çıktı hatta. Pek önemsemedi 40’lar ülkesinde yaşayanlar bunu. Alaya aldı, dalgaya aldı, sonra hatta sempati bile besledi soyguna. Bunu açıklamak için psikanalizci olmak gerekmez. Kendi geçmişi ve şimdisi ve geleceği çalınan bir toplum 40’lar ülkesi, her gün sabahtan akşama kadar varlığı çalınan bir toplum, bankadan 3 milyon çalınmış, kimin umurunda!
- 40’lar ülkesinde tam da ismiyle uyumlu sayıda ‘kader yapıcı askeri’ de var. Tam 40 bin diyorlar. Ne kadar manidar bir rakam. 40’lar ülkesindeki insanların umutları ve hayalleri 40 bin askerin çektiği tellerin üzerinde takılı duruyor. Coğrafyanın bölündüğü gibi hayaller de bölünebiliyor muş, demir tellere takılarak.
- 40’lar ülkesinde insanlar her ne kadar bazı ontolojik problemlere sahip olsa da, asla vazgeçemeyecekleri özellikleri de var, ki onları hayatta tutan da odur.
- Mesela 40’lar ülkesinde insanlar bir yandan yakınmakla yaşarken, bir yandan da damarlarına basınca asfalyaları atabiliyor. Yani kısa devre durumunda çok güzel oluyorlar, dokunanı tepebiliyorlar. Sadece üzerlerine değil, aynı zamanda hayallerine dokunanları da tepebiliyorlar.
- 40’lar ülkesinin kuzeyinde ‘tepmek’ eyleminin tarihsel bir değeri vardır. Nice hükümetler ve partiler ve kader yapıcılar bunu iyi bilir!
- 40’lar ülkesinin kuzeyinde tam olarak kaç kişi yaşar bilinmez, ama ‘yaşar ha yaşar ha yaşamazlar’ sokağa çıktıklarında yüzbinlere dayanırlar, tek vücut olurlar, kader yapıcıya feleğini şaşırtırlar.
- 40’lar ülkesinde yaşayanlar 40’ından önce de 40’ından sonra olduğu gibi kendi ülkelerinde irade sahibi değildi. 40’lar ülkesinde sınıf mücadelesi söz yetki karar iktidar mücadelesiyle iç içe geçtiğinden, içtenlikle atılan en güzel slogan ‘Bağımsız Kıbrıs Bütün Halklar Kardeştir’ ile ‘Barış Bizlerin Ellerindedir’dir.
- Ve 40’ın sonuna geldik. Belki de her şey daha yeni başlıyor.
- Kıbrıs’ta NATO işgali 40. yılında!
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.