Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşanan olumsuzlukların nedenlerini sıralayacak olursak, en başa adada yaşayan insanların karşı karşıya kaldığı ‘belirsizlikleri’ yazmamız gerekmektedir.
Peki nedir bu belirsizlikler? Neden hayatımız gün be gün zorlaştırılıyor ?
Öncelikle bu sorunun bir tane cevabı olmadığını söyleyebiliriz.
İlk olarak 1974 yılının Kıbrıslı Türklere ‘barışı ve özgürlüğü’ getirdiğini öne süren zihniyetlerin yaklaşımlarını ele alalım.
Bu noktada barıştan ne anladığımız oldukça önemlidir.
Barış nedir? Ne anlıyoruz biz bu sözcükten?
Kıbrıs’ın şu anki halini mi?
Yani, dünyada bölünmüş kalan tek başkentin olduğu, şoven zihniyetlerin adanın Yunanistan’a bağlanmayacağını söylerken diğer bir taraftan Kıbrıs’ın kuzeyini Türkiye’ye bağladığı ya da barış naralarının tanklarla, topla, tüfeklerle atıldığı, ancak diğer taraftan aynı top ve tüfeklerle koca Filistin’in yok olduğu bir ‘barış’ mı bizim barışımız…
Hayır barış denilen olgu bu değildir ve böyle olmamalıdır! Aksi takdirde ya şu anda olduğu gibi giderek vilayetleşen bir yapıya, ya da egemenlerin anlaşacağı bir barışa imza atacağımız aşikardır.
Peki nasıl bir barış diye soracak olursak, yanıt şu anda içerisinde bulunduğumuz koşullardan daha karmaşık değildir. Barış ancak halkların kardeşleştiği ve kendi söz yetki karar mekanizmalarının oluşturulduğu şekliyle mümkündür.
İkinci bir nokta ise, kktc denen yapıya bakışımızıdır. Bu nokta oldukça önemlidir. Çünkü halk olarak bizlerin bakışının yanında, hükümetlerin nasıl baktığı ve en önemlisi Ankara’nın ne gördüğü önemlidir.
Bizler buradan baktığımız zaman, ortada eğitim,sağlık, ulaşım vs gibi kamusal haklarımızın verildiği bir devlet görebildiğimizi söyleyemeyiz. Ancak aynı devletin işbirlikçilerinin, önce bizleri üretici bir toplum olma durumundan uzaklaştırdığı daha sonra ise Ankara’ya bağımlı kılarak, bizleri ‘bağımlı’ kıldığını söyleyebiliriz.
Diğer bir taraftan Göç Yasası ve özelleştirmelerle kurumlarımızın peşkeş çekildiği, YÖK’ün bu kadar içimize girerek üniversiteleri denetlediği, sağlık hakkımızın elimizden alındığı günlerden geçmekteyiz.
Artık kamuda durum o kadar vahim ki, aynı koridorda iki farklı öğretmenin farklı maaşları olduğunu veya herhangi bir personelin işinde yükselebilmesinin koşulunun ancak müdürünün talimatları doğrultusunda gerçekleşebileceğini söyleyebiliriz.
Verili durum bizim yaşadıklarımızdır. Ve bu örnekler hemen her sektör için geçerlidir. Hatta eğitimini tamamlayan kişilerin yaşadıkları bunalım ile; filmini, resmini ya da müziğini icra etmek isteyen sanatçıların yaşadıkları hassasiyetler aynı temelden şekillenmektedir.
Açıkca şunu söyleyebiliriz ki, bize anlatılan veya tarifi edilen Kıbrıs ile yaşadıklarımız arasında uçurum vardır. Bu uçurum gelecek adına belirsizliklere yol açsa da, bunu ortadan kaldıracak olan yine bizleriz…
Yani yarınımızı belirleyecek olan yine bizleriz. Bu nedenle artık karar vermeliyiz, bu belirsizliklerle yaşamaya 40 yıl daha mı devam edeceğiz, yoksa kendi yolumuzu çizmeye bugünden başlayacak mıyız?
Mustafa Batak
Baraka Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.