Sağın aksine solun mitinglerinde kürsü değil meydan konuşur. “Ne darbe ne İslamcı diktatörlük” diyenler olarak 24 Temmuz günü Taksim Meydanı’nda olalım.
CHP’nin çağrısıyla 24 Temmuz Pazar günü 18.00’da Taksim’de yapılacak “Cumhuriyet ve Demokrasi için Buluşuyoruz” mitingi, 15 Temmuz başarısız darbe girişiminin ardından AKP’nin bir yandan sokaklarda İslamcı-faşist bir kitle seferberliği yaratmaya çalışıp bir yandan OHAL ilan ettiği koşullarda, sol muhalefet açısından önemli bir fırsat sundu.
15 Haziran 2013’te Gezi Parkı’nın boşaltılmasının ardından sol kitleler ilk kez kitlesel bir eylemle Taksim’e, yani Türkiye’nin en simgesel meydanına, yani 1 Mayıs Meydanı’na, yani İslamcı iktidarın 14 yıldır tek bir simge bile yerleştiremediği ama dört yanı devrimci hareketin, halk isyanının, işçi sınıfının, Cumhuriyetçilerin vb simgeleriyle dolu olan meydana çıkabilecek.
Taksim’i bugün sola açan nesnellik elbette iktidarın ve devletin fazlasıyla zorlandığı tarihsel koşullardır; ama bu nesnellikte gerekli olan öznel müdahale de CHP’den gelmiştir. Taksim’i bugün sola açan şey beğensek de beğenmesek de CHP’nin müdahalesidir.
Solun bu çağrı anına kadarki sokak varlığı, faşist saldırı ve provokasyonlara karşı mahallelerin savunulması ile sınırlı kalmış, merkezi bir kitle eylemi ancak 24 Temmuz Taksim çağrısıyla gündeme gelmiştir.
Öte yandan örgütçü CHP; bildiğimiz CHP; komünist değil sosyal demokrat, düzen karşıtı değil düzen içi, devrimci değil devletçi, cesur değil ürkek, militan değil uzlaşmacı, siyasi taktikleri çoğunlukla başarısız bir siyasi özne… Ama Türkiye’de eşitlik ve özgürlük talebini diğer kesimlere göre daha fazla benimseyen milyonlarca kişinin “kötünün iyisi” diye benimsediği siyasi adres olduğu için, solun “atsa atılmaz satsa satılmaz”ıdır da.
Böylesi siyasi öznelerden öncü olmaz ama faşizme karşı mücadelede yan yana gelmek gerekir. Yan yana gelmek için siyasi liderliklerinin tam da bizim çizgimize gelmeleri şartı aranmaz. Mücadele içinde onlar “yanlışını” yaparken, sosyalistler doğrusunu yaparak eleştirilerini sunar, “sorunlu” siyasi adresteki tabanı kendine çeker.
Darbe girişiminin başarısızlığının ardından Türkiye, Tayyip Erdoğan’ın ülkeyi neoliberal-İslamcı bir diktatörlüğe doğru sürükleme çabalarına ve bunun ilk adımları olarak da İslamcı-faşist kitle seferberliğine ve OHAL ilanına sahne olmaktadır. Üstelik devlet içi çatışma son bulmuş değildir ve yeni bir darbe de Erdoğan’ın bunu hesaba katan karşı hamleleri de olasılık dahilindedir.
Bu koşullarda sosyalistler sadece darbe girişimine odaklanan ve Erdoğan’ın politik hamlelerine yönelik açık bir eleştiri içermeyen bir eylem çağrısını haklı olarak eksik bulmaktadır. 24 Temmuz mitingine ilişkin olarak da CHP, şaşırtıcı olmayan ürkekliği nedeniyle AKP lehine muğlak bırakılmış bir söylem benimsemektedir.
Örneğin “Darbeye karşı olan herkes gelebilir” söylemi; darbeye karşı şeriat, OHAL, başkanlık isteyen AKP’nin oyunlarına kapı aralamıştır. CHP sözcüleri AKP’lileri özel olarak davet etmediklerini söylese de AKP’liler sanki özel olarak davetlilermiş ve Taksim’de CHP tarafından hükümete destek mitingi yapılacakmış gibi bir hava yayarak bu mitinge katılacaklarını söylemektedir. Bu AKP’nin CHP’yle birlikte miting örgütlediğine değil, CHP çağrısıyla gerçekleşecek mitingi mümkün mertebe etkisiz ve zararsız kılma çabası içinde olduğuna işaret etmektedir.
Sosyalistler CHP’nin AKP’yi masumlaştıran muğlak söylemini eleştirebilir, eleştirmelidir ama eleştiriyi ve direnişi Taksim’e de taşımalıdır. CHP yönetimi, sosyalistlerin telkini ile hizaya gelmeyecektir. Sosyalistlerin, CHP yönetimi ile ilişki kurarken de, kürsüye çıkacakları değil meydana gelecekleri önemseyen bir taktik izlemesi gerekir.
“Şöyle şöyle yapmazsanız kesinlikle gelmem…” Kulağa hoş gelse de pratik değeri tartışmalı bir taktiktir. “Gelirim ama hoşuma gitmeyen şeylere sessiz kalmam…” Daha etkili bir taktik olsa gerektir. Meydandaki kitle bize hak verecek, yanımızda olacaktır.
1 Mayıs’larda da gördük; Taksim’deki bir sol mitingin değerini, çağrıcıların düzen içiliği ve metinlerinin ürkek içeriği belirlememektedir. Taksim’deki bir sol mitingin değerini meydandakiler belirlemektedir. Çünkü sağın aksine solun mitinglerinde kürsü değil meydan konuşur. Kürsü konuşmalarından çok daha fazlası kortejlerde, pankatlarda, flamalarda, dövizlerde, sloganlarda yer alır. Kürsü beğenilirse alkışlanır, dinlenir; beğenilmezse yuhalanır, işgal edilir. Her ikisi de eyleme dahildir.
Gidip ne diyeceksek meydanda söyleyelim. Gezi’de kimlerle omuz omuza verdiğimizi, nasıl diyalog kurduğumuzu hatırlayalım. 1 Haziran 2013 günü polis barikatının devrilmesinin CHP mitinginin Taksim’e taşınmasıyla gerçekleştiğini, yanımızda bayraklı yüz binler olduğunu, onları o halleriyle kabul ettiğimizi, telkinle yola getirmediğimizi ama mevzubahis faşizme karşı direniş ve sokak olduğu için sosyalistlerin öne çıkarak ilerletici bir inisiyatif aldığını ve bu inisiyatifin geniş kitlelerce benimsendiğini unutmayalım.
Faşizme karşı direniş mükemmel metinlerde değil, karışık sokaklarda oluyor. Orada HDP’lisinden CHP’lisine “kusurlu” omuzdaşlarımız da var. Kusur arayanlar için her iki tarafın hesabına da ayrıca içerik farklı da olsa destan yazabiliriz. Ama bugün olayımız başka; faşizme karşı mücadele…
Gezi’yi hatırlayalım. Gezi’yi hatırlatalım. 24 Temmuz mitingi “her şey” değil ama önemli bir fırsat. Varsa bir şeklimiz, orada gösterelim.