Herkesin malumu olduğu üzere son iki gün adamızda beklenmeyen, başka bir deyişle aslında uzun zamandır beklenen fakat gerçekleşemediğinden artık ihtimal verilmeyen gelişmeler yaşanıyor. T.C Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Mustafa Akıncı için “ağzından çıkanı kulağı duysun” söylemi ve ada için yaptığı “iyilik” leri birbiri ardına sıralaması üzerine Akıncı’dan cevap gecikmemiş ve hepimizi hayretler içerisinde bırakan o meşhur çıkışını yapmıştı. Durumu baştan sona aktarmaya gerek yok fakat bir değerlendirmesini ve bundan sonra bu sürecin nerelere gidebileceğini tahlil etmek faydalı olacaktır.
Mustafa Akıncı’nın kendisini ne şekilde tarif ettiği, programı ve söylemleri gerçekten de başından beri ciddi bir tutarlılık gösterdi. Katılırsınız, katılmazsınız Kıbrıs’ın kuzeyindeki verili durum üzerinden bir iradenin yeşerebileceğine olan inancını da her fırsatta dile getirdi. Şayet devrimci konjonktür ile bir değerlendirme yapıldığında elbette Akıncı çizgisine dair bazı açmazların tespit edilebileceği bir gerçek olsa da aynı devrimci konjonktür meseleleri kendi özgün koşulları içerisinde ve özneleri kendi olguları çerçevesinde değerlendirmekle yükümlüdür. Şöyle ki; Akıncı kendisini bir devrimci olarak tarif ediyor değildir, bir anti-işgal programının temsilcisi yahut bir Bağımsızlık sloganının neferi olduğunu da iddia etmemektedir fakat Kıbrıs’ın kuzeyinde bir devlet olduğunu ve bu devlet ile kişilikli ve eşitler arası bir ilişki kurulması gerektiğini her fırsatta dile getirmektedir. Bunun ne kadar mümkün olduğunu tartışmak şöyle dursun Akıncı’nın kendi pozisyonu itibarıyla radikal olan bu söylem, daha ilk dakikadan çatılabilecek en ters odağa yani RTE’ye çatılarak eylemsel bir tutarlılık da göstermiştir. Dememiz o ki dün yaşananlar sonuçsal bir kıymetten ziyade toplumun kendi ayakları üzerinde durma, kendi kaderini tayin etme algısını doğallığında besleyen bir süreç başlatmıştır.
Her meselenin kendi formu, kendi süreç ve koşulları çerçevesinde değerlendirilmesinin ne kadar elzem bir gereklilik olduğu ayrıca süreçle birlikte bir kez daha yüzümüze vurmaktadır. Açık söylemek gerekirse dün bu olay yaşanmadan hemen öncesinde kadar bize Akıncı’nın böyle bir duruş sergileyeceği söylense en fazla “keşke” derdik. Hatta bana kalırsa Akıncı’nın kendisi dahi bu çerçevede bir zıtlaşmaya gireceğini hem ummaz hem de sanmazdı. Fakat daha ilk dakikadan RTE’nin yaptığı ve artık patavatsızlıkla tarif etmenin yetersiz kalacağı açıklamaların karşısında en fazla iki tavır takınabilirdi;” öyle demek istememiştim” ana temalı geri adım atma tavrı ya da “söylediğimin arkasındayım ve meşruluğundan kuşkum yok” tavrı. Ne mutlu ki yüzleşmekten keyif ve heyecan duyduğumuz bu ikinci tavrın söz konusu olduğu bir andayız.
Şaşkınlığımızı mazur görünüz. Benzer bir süreç 2004 yılında yaşandı. Ancak o zamanın CTP’li siyasetçilerinin Mustafa Akıncı’nın 10’da 1’i kadar basiret göstermemiş olması, ha kuran ha tenis meselesi, başbakanın elini sıkmayan, kurultaylarında İstiklal Marşı yerine Çav Bella çalındı diye atarlanan komutanlardan, TC sivil-askeri bürokrasisini tümden ele geçirmiş bir diktatöre kafa tutulan bir sürece gelinmiş olması takdir edersiniz ki meselenin birincil özneleri dahil kimsenin beklemediği bir durumdu. Tabi bundan bahsetmişken seçimin 2. Turunda CTP tarafından Akıncı’ya verilen kurumsal ya da resmi desteğin dün yaşananlar üzerinden esamesinin okunmaması da bir tutarlılık sayılabilir. Fakat CTP tabanının, partinin ilerici/muhalif unsurlarının ve bazı milletvekillerinin heyecanını ve açık desteğini esirgemeyişini de görebilmek gerek.
RTE’nin kendini coğrafyanın padişahı gibi görmesi ve Kıbrıs’a fetihçi bir anlayışla yaklaşması ve her fırsatta Kıbrıs’a yollamakta olduğu paranın faturasını okuyarak başa kakma siyasetine karşın Akıncı’nın bugüne kadar görülmemiş bir cüretle T.C devletinin buradaki çıkarlarını ve ödenen paranın bu çıkarlar çerçevesinde ödendiğini RTE’nin yüzüne vurması şükrancı anlayışın ve “aman maaşlar ödenmeyecek, sağduyulu davranalım” söyleminin de toplumsal ölçekte bir safsatadan ibaret olduğunun anlaşılmasına hizmet edecektir. Öyle ki Tayiip Erdoğan’ın dün Kıbrıs’a olan ilgiden bahsederken “bir ananın yavrusuna olan ilgisi” kelimelerini kullanmasına karşın bundan çok değil 3-4 sene önce “stratejik olarak ilgiliyim” söylemi de dün Akıncı tarafından dillendirilmişti. Gerçekten de ne tür bir annenin çocuğuna stratejik ilgi duyacağı bizce de merak konusu.
CTP’nin tabansal desteğinin yanı sıra sendikalar ve demokratik kitle örgütleri de Akıncı’ya asgari bir sahiplenme yaklaşımı içerisinde. Boykot siyaseti hariç elbet. Onlar sürece sözlerini RTE’ye iade etme boyutunda temas ederek Akıncı’nın söylemini sahiplenme gibi bir tutuma girişmediler. Bizler yani Bağımsızlık Yolu ise en başından beridir söylediğimiz gibi toplumsal devinimin ve halk için halk adına ve en önemlisi halk ile birlikte atılan her adımın asgari müşterekte yoldaşı olduğumuzu bir kez daha bu süreçte yineledik. Mustafa Akıncı’nın ve temsilcisi olduğu çizginin aynı basireti göstermeye devam ettiği sürece geliştirmeye çalıştığımız sol da ittifak kültürünü besleme çabamızın devam edeceğini de çeşitli yollarla belirttik. Bu yazı vesilesiyle bir kez daha baş eğmeyen pratiğe omuz veriyor ve selamlıyoruz.
Eyyüp Sabih Benzetsel
Bağımsızlık Yolu
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.