14 AĞUSTOS BAĞIMSIZ KIBRIS ETKİNLİĞİ VE KIBRIS’IN KUZEYİNDE “SOL”UN YENİDEN TANIMLANMASI – CELAL ÖZKIZAN

Bu yıl, 14 Ağustos’ta, yani Kıbrıs’ın kuzeyinin Türkiye tarafından işgal edimesinin 40’ıncı yıldönümünde, sokaklarda yine işgal karşıtı ve umut dolu sesler yükselecek…

Bir yandan şenlikli ve coşkulu, öte yandan kararlı ve inançlı sesler olacak bunlar…

 

Bu seneyle birlikte 14 Ağustos işgal karşıtı etkinlikler 6 yıl üst üste gerçekleştirilmiş olacak…

 

Mücadele anlamında böylesi önemli bir günde etkinliklerin tek bir çatı altında toplanamaması Kıbrıslı Türk solunun halletmesi gereken bir sorun olmakla birlikte, bundan çok daha önemeli olan şey ayrı olsun birlikte olsun 14 Ağustos’larda artık işgal karşıtı etkinliklerin düzenli bir şekilde gerçekleşiyor olması…

 

Bu etkinliklerin en önemli işlevi olan işgal karşıtı mücadeleyi büyütmesi zaten apaçık ortada…

 

Ancak görünmeyen, alttan altta ağlarını ören, hatta belki etkinlikleri bizzat organize eden bizlerin de çoğu zaman fark edemediği bir işlevi daha var bu etkinliklerin : Kıbrıs’ın kuzeyinde “sol”un yeniden tanımlanması…

 

Özellikle bu sene, Göçmenköy Parkı’nda Baraka’nın ve TDP Gençlik Örgütü’nün birlikte organize edecekleri ve bir göçmen örgütü olan Pir Sultan Abdal’ın da destekçi olacağı (ve yeni katılımlar için de kapının hala açık olduğu) Bağımsız Kıbrıs etkinliği, bu yeniden tanımlanma sürecini daha da belirgin hale getirecek bir niteliğe sahip…

 

Açıklayalım :

 

***

Kıbrıs’ın kuzeyinde “sol”un tanımlanması, 74’ten sonraki süreçlerde “barış ve birleşik Kıbrıs savunuculuğu” ile “Kıbrıslılık” temelinde gerçekleşiyordu…

 

Bu, 74’ün öncesi, 74 ve 74’ün sonrası düşünüldüğünde hem gayet doğal ve anlaşılır, hem de gerekli bir şeydi…

 

Denilebilir ki “sol”u ‘evrensel’ olarak tanımlayan değerler kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadeledir…

 

Yani bir yandan sınıfsal bir temelde ve sermayeye karşı emeğin saflarında mücadele; öte yandan emperyalist işgallere ve emperyalizme karşı özellikle Latin Amerika, Asya, Ortadoğu ve Afrika gibi kapitalizmin merkezinde olmayan coğrafyalarda gelişen  mücadele…

 

Ancak yukarda da belirtildiği gibi Kıbrıs’ın kendi koşullarında, Kıbrıs’ın kuzeyinde “sol”un tanımlanması farklı biçimlerde gelişmişti ve bu gayet anlaşılırdı…

 

74’ten sonra Kıbrıslı Türk toplumu içinde gayet güçlü ve pekişmiş olan şovenist, milliyetçi ve hatta ırkçı tavırlara ve bunun tavandan tabana dayatılmasına karşı Kıbrıslı Türk solcularının barışı, halkların kardeşliğini ve birleşik bir Kıbrıs’ı savunmaları gayet anlaşılırdı…

 

Öte yandan, sistematik asimilasyonu taa 58’den beri yaşayan ve 74’ten sonra asimilasyonun her yönüne maruz kalan Kıbrıslı Türk halkının solcularının asimilasyona karşı mücadelede “Türklük” vurgusunun kafalara vurulmasına karşılık işin “Kıbrıslılık” boyutunu DA ön plana çıkarmaları da anlaşılırdı…

 

Sanayi Holding merkezli sanayileşme deneyimleri ve bu deneyimlerin etrafında filizlenmeye başlayan işçi sınıfı kültürü ve mücadelesinin Türkiye’nin ve yerli işbirlikçilerinin bilinçli üretimden koparma politikaları ve ayrıca bizim gibi stratejik sömürge olan ülkelerde görülen toplumda “nispi refah” yaratma sonucunda sınıfsal bir mücadele zemini –en azından sosyoekonomik anlamda- zayıflamış ve doğallığında da kültürel alan direniş için daha önemli bir boyut haline gelmişti ve işte tam bu koşullar çerçevesinde “Kıbrıslılık” vurgulu bir mücadele anlaşılırdı…

 

Ancak zaman değişiyordu…

 

***

Bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde baktığımızda, pek çok kesimin “Kıbrıslılık” savunusu asimilasyona karşı bir tavır olmaktan çıkmış halde, başımıza kakalanan “Türklük” nidalarına karşı o Türklük sıfatının önüne “Kıbrıslı” sıfatını da eklemek meselesi içinden çıktığı koşullarla arasındaki bağı yitirmiş (yani hem koşullar değişmiş, hem de o koşullar içinde yetişen mücadele zeminleri varlık sebeplerini unutur olmuşlar) ve göçmen düşmanlığına, mikro milliyetçiliğe, yer yer ırkçılığa varan ve mücadeleye somut anlamda hiçbir katkı sunmayan bir hâle dönüşmüş…

 

Öte yandan “barış savunuculuğu” ise, lakayıt bir hal almış, solcuların üzerine titrediği Kıbrıs’ta barış meselesi artık sağcıların da meşru manevra alanı haline gelmiş taktiksel ve diplomatik bir mesele ve takım elbiseli ciddiyetinde; en önemlisi de, Kıbrıs’ın bölünmesinin ve acıyla ve kanla çekilmiş dikenli tellerinin –tek değil ama- en büyük müsebbibi olan NATO’nun elemanları ile kol kola girilerek ve Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmiş olanlarla “barış için” ittifaklar kurularak söz ediliyor artık “barış” sözcüğünden…

 

Resmin bir yanını, fırçayı sol elleriyle tutarak bu şekilde sağdan çizmeye devam edenler halâ mevcutken, “zaman değişiyordu” lafını doğru tarafından anlayıp sol ellerini bir halkla ilişkiler çalışması olarak değil bizzat halkın kendi ilişkileri olarak kullanıp mücadele edenler de var…

 

Zaman değişiyordu…

 

Artık “nispi refah” durumu Göç Yasası’yla, ekonomik paketlerle, sözde Sosyal Güvenlik Yasası’yla, özelleştirmelerle, hayat pahalılığı ve zamlar arttıkça sabit kalan ücretler ve maaşlarla ortadan kalkıyor…

 

“Sınıfsal taşlar” yerli yerine oturmaya başlıyor, Kıbrıs’ın kuzeyinde de, dünyada neoliberal uygulamaların hüküm sürdüğü her yerde olduğu gibi emek ve sermaye uzlaşmaz bir şekilde karşı karşıya gelmeye başlıyor ve “arada kalmak” seçeneği gittikçe imkansızlaşıyor…

 

Öte yandan, gerçek bir barışın hem bu sınıfsal ayrışmalardan ayrı düşünülemeyeceği hem de coğrafyamızı kana bulayan ABD, Kıbrıs’ın güneyini yoksullaştıran AB ve bunların küçük çocukları olan Türkiye ve Yunanistan devletleri ile birlikte değil ABD’ye, AB’ye ve Türkiye ve Yunanistan devletlerine rağmen (ama Türkiye ve Yunanistan halkları ile el ele) gerçekleştirilebileceğini hayat bize göstermeye devam ediyor…

 

Tüm bu kesişim kümeleri içinde, Kıbrıs’ı bir vatan olarak bellemiş olan ve burayı “fethetmeye” değil de burada “hayat kurmaya” gelmiş olan göçmenlerin çoğu da bir yandan bu neoliberal uygulamalardan olumsuz anlamda en çok etkilenen kesimleri oluşturuyorlar ve hayat “onları” “bizim” saflarımıza, “bizleri” de “onların” saflarına yaklaştırıyor, öte yandan  Kıbrıs’ın kuzeyindeki göçmenler için de bağımsızlık ve barış artık yaşamsal bir önem haline gelmeye başlıyor…

 

İşte hayat bize yeni zeminler sunarken, bu zeminde doğru yolu çizmeye çalışma çabasının kendisi Kıbrıs’ın kuzeyinde “sol”un ne olduğuna dair tanımı da değiştiriyor…

 

Artık Kıbrıs’ın kuzeyine sermayeye karşı emeğin saflarında olma meselesini gündemine hiç almayarak, artık “Kıbrıslılık” ve “Kıbrıslı Türklük” meselesini göçmenleri de kapsayıcı bir şekilde tartışmaya açmayıp milliyetçi ve dışlayıcı tavırları sürdürerek, artık Kıbrıs’ta barışı sadece bir “diplomatik söylem” olarak kullanıp da işgale karşı mücadele ve bağımsızlık meseleleriyle ilişkilendirmeden solcu olmak o kadar da kolay olmuyor bu memlekette…

 

Artık akla kara ve sapla saman daha kolay ayrışıyor…

 

Bir yanda, işgalcilere şükran çekerek halâ solculuk yapılabileceğini zanneden ve “biz Kıbrıslıyık gardaş” diyenler; öte yanda yıllardır işgal karşıtı mücadeleye ve bağımsız Kıbrıs mücadelesine destek veren bir göçmen örgütü olan Pir Sultan Abdal…

 

Bir yanda, “sol”un eskiden olduğu gibi tanımlanacağı güvencesiyle kılını kıpırdatmayıp yıllardır şikayet ettiği statükonun bir parçası haline gelen solcular; öte yanda ise, “artık ben bu ‘eski solcuların’ oynadığı oyunu oynamaktan bıktım” diyen ve işgal karşıtı mücadeleye, bağımsız Kıbrıs mücadelesine omuz veren TDP Gençlik Örgütü’nden dostlar…

 

Artık akla kara, sapla saman daha kolay ayrışıyor…

 

Kıbrıs’ın kuzeyinde Sol’un taşları yeniden diziliyor, daha güzel diziliyor…

 

Saflarımız büyüyor, kalabalıklaşıyor…

 

Kıbrıs’ın kuzeyinde “sol” olmak, üzerinden takım elbiseyi yırtarcasına çıkarıp o konforlu salonlarından koşarak dışarıya fırlıyor ve “işgal var” diyor, “bağımsız Kıbrıs” diyor…

 

İstasyondan yeni bir tren kalkıyor ve bu trene her geçen gün yeni vagonlar ekleniyor…

 

İstasyonun asık yüzlü güvenlik görevlilerinin saati ise yıllar önce durmuş, ağır ağır ölmeyi bekliyor…

 

Celal Özkızan

Baraka aktivisti

Be the first to comment

Leave a Reply